The Keeper Film Yorumu

Bu hafta biraz eski yıllara uzanıyoruz :) 

Şööyle 1940lara… 

Biraz dumanlı, çokça olaylı, acının ve aşkın kucaklaştığı yıllara…

İkinci Dünya Savaşı. Hikâye, İngiliz topraklarında savaşırken esir alınan Almanların götürüldükleri esir kampında başlıyor. Savaş bitene değin, esir düşen Almanlar çeşitli işlerde çalıştırılmak üzere bu kamplara yerleştiriliyor. Dinlenmek üzere ayrılan vakitlerde ise aralarında futbol oynayarak eğleniyorlar. Kalede topları ıskalamadan kurtarmasıyla dikkat çeken Trautmann adlı Alman asker, günün birinde futbol antrenörü bir İngiliz’in dikkatini çekiyor. Kampta çalışmak yerine bu adan için futbol oynamak teklifi Bert Trautmann’a daha mantıklı geliyor ev Trautmann başlıyor kaleciliğe.

the keeper

Savaş bitiyor, Almanlar memleketlerine gönderiliyor, fakat Bert antrenörün kızı Margeret’a aşık oluyor. Filmin yarısına denk gelen tam da bu sahnelerden sonra asıl hikaye başlıyor. Bert, Margeret ile evlenip İngiltere’de kalıyor, öne çıkan kabiliyeti onu, Manchester City takımına kadar yükseltiyor. Esir olarak düştüğü kamptan, yıldız bir futbolcu olarak İngiltere’de tekrar doğuyor. 

Fakat o eski bir nazi askeriydi. 

Doğduğumuz ülkeyi ya da aileyi seçemediği gibi, bazen hatalı tercihlerinin sonuçlarını silemez insan. Arkadan sürüklediği pişmanlıklarını kesip atamaz. Ama telafi edebilir. Affedilebilir. İyi insan olma şansı herkes için vardır. Hata yapmak, kötü insan olmak demek değildir. Mensup bulunduğu topluluğun cürmünün hesabını tek bir kişiden sormak adil değildir.

“Her bir fert yaptıklarıyla değerlendirilmelidir.”

the keeper

Eski bir nazi askeri olması yıldızlığa yükseldiği bu günlerde gündeme gelir ve bu toplumun bazı kesimini rahatsız etmeye başlar. Bert futbolu bırakıp gidecek midir, yoksa kalıp mücadele mi edecektir?

the keeper

Savaşlar insanların içinde ayağının kayması kaçınılmaz uçurumlar açmıştır. Bert de bunlardan biridir. Hayatının pişmanlığını içinde taşımaktadır, ta ki bu pişmanlığın diyetini ödediği güne kadar… 

Bu film bana oldukça derinlik hissettirdi… Savaş, hayat, fırsat ve diyet üzerine. Ve diyete bakış akışı üzerine. Pes etmek ve devam etmek üzerine. Kaçmak ve mücadele etmek üzerine. Siz de seyrettikten sonra ara ara üzerinde durup düşüneceğiniz filmleri seviyorsanız bu film tam size göre diyebilirim…

İki saatlik bu filmde hikayenin seyri, oyuncuların performansları, renkler, mekanlar, dialoglar ve mimikler; iyi bir yapım olarak bahsedilmeyi hakediyor. Film bana sorarsanız bitti zannettiğiniz yarısından sonra başlıyor. Hislere temas eden hassas noktalara değinmiş. Bir savaş, barış, hayat ve başarı hikayesi olarak gerçek bir biyografinin beyaz perdeye aktarılmış halini izleyeceksiniz.Keyfli seyirler dilerim :)

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın:

[instagram-feed]