CİNAYET TOHUMU / Bölüm 8

BÖLÜM 8

  Rumeli Kavağındaki bohem tarzındaki çekim Fulya’nın tahmin ettiğinden daha zor olmuştu. Rüzgar adil davranmamış ve dev makromeyi kayalıklardan aşağı uçurmuştu. Damat hızla arkasından koşup yakalamaya çalıştıysa da makromenin tahtasının denizde oluşturduğu dalgaya engel olamamıştı. Şimdi kendine yeni bir dekor makrome almak zorundaydı. Bu hiç hoşuna gitmemişti.

 Çekimin kalanına, rüzgarın daha adil davranacağını düşündüğü kale kısmında devam etmişti. Yardımcısı olan, üniversite öğrencisi Aslı bugün izinliydi. Yanında işe gireli bir yıl olmuştu ve Fulya bu zaman zarfında ilk defa onsuz bir çekim yapıyordu. Meğer işlerini ne kadar da kolaylıyormuş. Asistanının kıymetini makromesi kayalıklardan aşağı uçarken daha iyi anladı.

 Çekim bittiğinde Fulya da bittiğini hissetti. Evine döndüğünde telefonundaki mesajı fark etti. İnci evdeydi, hastaydı ve müsaitse Fulya’yı çağırmıştı. Onun için bir çorba yapıp, İnci’nin evinin yolunu tuttu.    

  O sokağa neden geldiğini bilmiyordu Pamir. Gecekonduya yaklaştığında bunu düşündü, sahi ne vardı bu evde?

  Gecekondunun etrafındaki polis şeritleri kalkmış, kapı kilitlenmişti. İçeri giremezdi. Kapısında durdu, elini kapının tokmağına götürdü, sanki misafir gelmişçesine hızla tokmağı kaldırıp kapıya vurdu. Açan yoktu, olmayacaktı. Ama Pamir bir kez ve bir kez daha vurdu. Tam dördüncüyü vuracaktı ki, küçük bir erkek çocuğunun sesi hemen arkasında yankılandı. “Onlar taşındı,” demişti Çocuk.

 Tokmaktaki eli yumruk şeklini aldı Pamir’in, arkasını dönüp çocuğa bakamadı. Duyduğu ses tanıdıktı.

“Bir daha gelmeyeceklermiş. Uzağa, çok uzağa gitmişler.” Pamir’in ona dönmemesini umursamamıştı Çocuk. “Üstelik nereye gittiklerini söylememişler, numara bile bırakmamışlar..” Acıyla kesildi çocuğun sesi, çektiği iç, Pamir’in boğazında yankılandı. Arkasını dönüp bakmak istedi, yapamadı.

 İkisi de sessiz kalınca bir kadın sesi çıkageldi. “Kerim!”

“Ne var anne?” diye cevap verdi Çocuk.

“Eve dön hemen!” kadının sesindeki korku, Pamir’in kulağını tırmalamıştı. “Ne yapıyorsun orada!”

 Yavaşça nefes aldı Pamir.

“Bu abiye senin anlattıklarını söylüyorum, anne.”

 Sıktığı yumruğunu gevşeterek arkasını döndü Pamir. Karşısında kirli pantolonlu, güzel yüzlü bir çocuk vardı. “Kerim mi senin adın?” diye sorduktan sonra kendi adını söyleyerek elini çocuğa uzattı. Çocuğun ufacık eli, Pamir’in iri elinin içinde kaybolmuştu.

 Kerim karşı kaldırımdaki, demir parmaklı camdan, korku dolu bakışlarla bakan kadının olduğu gecekonduda yaşıyordu.  Pamir, kadının yüzündeki korkuyu süzerken, kadın pencereden geri çekildi.

“Sen, Oktay’ın arkadaşı mısın?” diye sordu Kerim.

‘Oktay, Oktay kimdi?’ diye düşündü Pamir. ‘Oktay Aslanoğlu, evet, askerden gelen evin oğlu.’ Başını hayır şeklinde salladı ama sonra ne diyeceğini bilemedi. Annesi Kerim’e bu evdekilerin öldüğünü söylemediyse, Pamir de polis olduğunu söyleyemezdi. Meraklı bakışlarını Pamir’in yüzüne dikmişti, Kerim. Ne diyeceğini düşündü, bir çocuğa ne söyleyebilirdi ki? Açıklama yapmak yerine, “Kaç yaşındasın sen?” diye sordu.

“Dokuz,” dedi Kerim, yeşil gözlerini kısarak. Pamir konuyu değiştirmeye çalışarak Kerim’e sorular sormaya hazırlanıyordu ki, “Kim olduğunu biliyorum,” deyiverdi Kerim. “Sen o gizli müşterilerden birisin, öyle değil mi?” kısık gözlerinde aniden nefret belirdi. Pamir, Kerim’in ne demek istediğini düşünürken, o konuşmasına öfkeyle devam etti. “Sen ve senin gibiler yüzünden çok yoruluyordu Nurperi, belki de sizin yüzünüzden taşındılar buradan!”

 Çocuğun kurduğu cümle Pamir’in beyninde yankılanırken, tek kelime sinyal vererek bağırıyordu: ‘NURPERİ, NURPERİ!’ diye. Nerden tanıyordu bu ismi Pamir, daha önce nerede çıkmıştı karşısına?

 Şaşkınlığını gizlemeye çalışarak sordu. “Kim bu Nurperi?”

“Sana hiç adını söylemedi mi?” diyerek alay etti Kerim.

 Ne diyeceğini bilemedi Pamir. Dokuz yaşındaki çocuğun karşısında taşa dönmüştü. Neyse ki, imdadına çocuğun annesi yetişti, ayağındaki plastik terlikle koşarak geldi. “Sana evden çıkma demedim mi!” diyerek yakaladı çocuğu ensesinden.

 Kerim annesinin elinden sıçrayarak kurtuldu ve öfkeyle tekrardan Pamir’e baktı, sonra annesine döndü.  “Bu adam, Nurperi Teyzenin o gizli müşterilerinden! Hani bana inanmıyordun ya, işte bak! Kurabiye almaya gelmiş ama taşındıklarını bilmiyordu. Bende söyledim, ne varmış bunda?”

 Çocuğun tavırlarında, ses tonunda, cümlelerinde bir anlığına karartı gördü Pamir. Onu kendi çocukluğuna benzetti.

 Tam ağzını açmıştı ki kadın, ayağa kalktı Pamir. “Hanımefendi, lütfen Kerim’e kızmayın,” diye uyardı kadını ve Kerim’e döndü. “Haydi, sen annenin sözünü dinle ve evine git,” dedi. Çocuk burnundan soluyarak bir Pamir’e bir de annesine baktı. Sonra da omuz silkerek eve doğru yürüdü. Annesi de arkasından yürüyecekti ki, Pamir “Sizinle konuşmalıyım,” diyerek rozetini çıkartı.

Kadının yüzü anında buz kesti.  “Oğlum eve tek başına giremez,” diye geveledi.

“O akıllı bir çocuk, elbette girer.”

 Başındaki yazmayı sıkıntıyla çekiştirdi kadın. “Onları kim öldürdü bilmiyorum, oğluma öldüler diyemedim. Nurperi’yi çok severdi, öldü…”

“Nurperi bu evde mi oturuyordu?” diye sordu Pamir, bıçak kadar keskindi ifadesi. Öyle ki, kadın dehşetle yüzüne bakmış ve yutkunarak kafasını sallamıştı. “Soyadı ne bu Nurperi’nin?”

 Bir anlığına konuşamadı kadın. “Ölmemiş, kaçmış mı?” diye sordu.

“Sen soyadını söyle hele bir.”

“Aslan…” kekeleyerek başını iki yana salladı. “Aslanoğlu.”

 ‘Nurperi Aslanoğlu’ diye geçirdi içinden Pamir.

“Neyi olur Aykut’un?”

 Bomboş bir ifadeyle baktı kadın, “Karısııı,” diye uzattı kelimeyi. Başkomiserin bunu bilmediğine hayret etmişti.

“Aykut Aslanoğlu’nun karısı mı?” kadının duymakta zorluk çekeceği kısıklıkta mırıldanmıştı Pamir. Birden toparladı sesini ve sertçe baktı kadına. “Yirmi yıl önce ölmedi mi Aykut’un karısı?” diye sordu.

“Ölmüş ama O, Aykut abinin ilk karısıymış. Nurperi onun ikinci karısı.”

  Buzluktaki kadın Aykut’un karısı, Nurperi Aslanoğlu muydu?

“Sen ne zamandır burada oturuyorsun?”

“On bir yıldır. Taşındığımız gün Nurperi bir tabak kurabiyeyle gelmişti. Bu sokakta onun kurabiyesinin kokusunu bilmeyen ev, tadına bakmamış çocuk yoktur. Her gün yapar dağıtırdı.”

“Oğlunun bahsettiği gizli müşteri olayı ne?”

“Son zamanlarda haftada bir dağıtıyordu. Neymiş efendim, o kurabiyelerin kokusu başka sokaklara taşmışta, artık Nurperi onlara da yapıyormuş. İnanmayın, benim sıpanın uydurması. Paylaşamazdı Nurperi’yi. Bazen kendi oğlum değilmiş gibi hissederim. Sanki O benim değil de Nurperi’nin oğluymuş gibi.”

“Olay gecesi neredeydiniz?”

“Annemin evinde, Tekirdağ’da. Döndüğümüzde Kerim koşa koşa Nurperi’ye geldi. Kapıyı açan olmadı. Halbuki Nurperi evden çıkmazdı, bir tek kurabiye dağıtmaya çıkardı. Ara sıra da komşulara giderdi. Gece Aykut abinin de gelmediğini görünce, telaşlanıp Bade’yi aradım, onun ev telefonu da açılmıyordu. Sabahta polisi aradım.”

“Polise bunları anlattınız mı?”

“Hayır,” dedi gözlerini kaçırarak. “Biliyorum, bilgi saklamış oldum ama korktum. Kerim’i alıp anneme döndüm. Olanı biteni komşulardan öğrendim. Eve bu sabah geldim.”

“Anlıyorum,” diyebildi Pamir. Sıradan bir cinayet soruşturmasına dönüyordu her şey. “Ya kocanız? O nerede?”

 Birden alev aldı kadının suratı, “Yok O! Allah cezasını versin onun!” diye kükredi. “Yıllar önce terk etti bizi. Boyu posu devrilsin inşallah!”

 Pamir, “Kerim sizi merak edecek,” diyerek susturdu kadını. Sonra da prosedür gereği söylediği “bir yere gitmeyin” klişelerini söyleyip kadını kendinden uzaklaştırdı.

 Kadın başında yazması, altında çiçekli eteği, ayağında mor plastik terliğiyle evine doğru yürüdü. Aslında güzel bir kadındı, beyaz teni, yeşil gözleri vardı. Oğlu, annesinin gözlerini almıştı.

  Pamir bir hışımla, yanlış bilgi veren İhsan’ın evine geri döndü. Fakat kapıyı kıracakmış gibi çalmasına rağmen açmadı İhsan. Hızla telefonunu çıkardı, tam Başar’ı arayacağı sıra onu yurda yolladığı geldi aklına. Geri soktu telefonunu. İhsan’ın yan komşusunun ziline bastı.

 İhtiyar bir kadın yavaşça açtı kapıyı, “Buyur evladım?” dedi, bükülmüş beli yüzünden alttan bakarak Pamir’e.  

 Pamir hızlı bir şekilde kendini tanıtıp, İhsan’ın dükkanının yerini sordu. Yaşlı kadın elindeki bastonu sağa doğru uzatarak sokağın sonunu işaret etti. Dükkanın adı ‘Aslanoğlu Kasap’tı. Pamir tam gideceği sıra geri dönüp, aileyi ve Nurperi’yi sordu.

 Nurperi’nin adını duyan yaşlı kadının yüzü, saçından daha beyaz oldu. “Senin benim gibi insanlardı,” diye geçiştirmek istediyse de, Pamir ısrarla soru sormaya devam etti. Düşmanlarını sordu. “Bu mahallede düşmanı olan yoktur oğlum,” deyince kadın, iyice işkillendi Pamir. Mahallelinin birbirini ne kadar tanıdığını sorunca da, “Buradaki insanların çoğu uzun yıllardır buradadır,” cevabını verdi kadın. Anlamıştı Pamir. Aslanoğlu ailesinin katli tek bir insanın yaptığı bir vahşet değildi. Tüm mahalle tek tek sorgulanmalıydı. Herkes suçluydu.

  İhsan’ın dükkanına gitmeden önce tekrar çıkardı telefonunu, bu kez adli tıbbı aradı. Aslanoğlu ailesinin ne gün öldürüldüğünü öğrenmek istemişti. Fakat İhsan otopsi yapılması için izin vermemiş olduğundan tam gün söyleyemiyordu, Eray. “Cesetler geldiğinde yeni olmadığını söyleyebilirim. En az iki günlüktü,” demişti.

  Telefonu kapatır kapatmaz hışımla kasap dükkanına daldı. İçeride, on altı yaşlarındaki genç oğlandan başka kimse yoktu. Pamir’in girişinden korkup buzhaneye doğru sıçradı. Oğlanın kaçmasını aldırış etmeden İhsan’ı sordu. Ama oğlan saklandığı yerden öne çıkamadı. Pamir ona doğru yürüyüp İhsan’ı tekrar sorunca, yavaşça bir adım attı Oğlan, “Valla abi, patronum nerde bilmiyorum,” dedi titreyerek.

 Karşısındaki beyaz önlüklü oğlanı baştan aşağı süzüp yaşını sordu. Oğlan boğazında koca bir taş varmış gibi yutkundu. “On dokuz,” dedi.

“Atma lan, on yedi bile yoksun! Kimi kandırıyorsun!”

“Valla on dokuzum abi.”

 Pamir’in belindeki silahı çoktan görmüştü oğlan. Korkudan yalan söylemiş, onu da eline yüzüne bulaştırmıştı. Pamir ona doğru yaklaşıp tekrar İhsan’ı sordu. Çocuk yutkunarak, İhsan’ın ağabeylerinin geleceğini, belki onların yanına gitmiş olabileceğini söyledi. Bunun üstüne Pamir abilerinin ev ve dükkanlarının yerini sordu. Oğlan yeniden yalan söyleyip bilmediğini söyleyince Pamir sertçe, “Bir daha yalan söylersen tutuklar götürürüm seni ve İhsan’ı!” dedi sıktığı dişleri arasından.

“Fehmi abinin dükkanı iki mahalle aşağıda. Varol abininki de bizim mahalleyi, ötekine bağlayan sokakta.”

Aldığı bilgiyle biraz olsun sakinleşip oğlanın adını sordu. Bedirhan’dı çocuğun adı. Ve evet, henüz on sekiz yaşında bile değildi. Pamir son korkutucu bakışını Bedirhan’ın üstünde gezdirdikten sonra dükkandan çıktı.

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın:

[instagram-feed]