CİNAYET TOHUMU / Bölüm 20

  Pamir kendine geldiğinde, gecekondunun tam karşısında oturuyordu. Kaldırıma oturmuş, öylece gecekonduya bakıyordu. Geçmişi ona büyük bir oyun oynamıştı. Ayağa kalktı. Gecekondunun kapısına yürüdü. Yumruk yaptığı elini kapıya öyle sert geçirdi ki, bacaklarının bağı çözülüp yere yığıldı.

“Anne!” diyiverdi boş bulunup, otuz bir yıldır söylememişti bu kelimeyi. Dişlerini sıktı, bir anda gözlerinden yaşlar boşaldı. “ANNEEE!” diye haykırarak, başını kapıya vurdu. “Sen O’sun,” diye mırıldandı. “Neden.. Neden ama anne!” başını kapıya dayadı. Avuçlarını yüzüne koydu. “Şimdi ölmek zorunda mıydın, bir açıklama yapmadan, ikinci kez gitmek zorunda mıydın!”

 Acı yüreğinden genzine ulaştı Pamir’in. Ne yapacağını hiç bilmiyordu. Bastırdı dudaklarını birbirine. Duyduğu sese dek sessizlik içinde öylece oturdu.

“Sen bir müşteriden fazlasısın, di mi?” dedi karşısından gelen bir ses.

 Ellerini yüzünden çekip sesin sahibine baktı.

“Çocuklar anlar,” dedi Kerim. Omuzlarını havaya kaldırıp, “Sen müşteri değilsin, kimsin?” diye sordu.

“Ben,” dedi Pamir fakat devamını getiremedi.

 Kerim birkaç adım atıp Pamir’in yanına geldi, elini onun yanağına koydu. “Sen onun oğlu musun?” diye sordu, gözlerini kırpıştırarak.

 Yüreğine koca bir kor düştü Pamir’in. Bir şey söyleyemedi. Kerim yanağını okşamaya başladı.

“Bir keresinde çok ağlamıştı. Ona neden ağladığını sorduğumda, ‘oğlum için’ dedi. Ağzından kaçırmıştı. Ama bana güvendiği için korkmadı,” gülümsedi. “Yanakların aynı onun yanağına benziyor.” Elini çekip Pamir’in gözlerine baktı Çocuk. “Öldü diye ağlama, onun anıldığı yere geleceğini sen söylemiştin. Ağlanmaz demiştin, ne çabuk unuttun!” Parmak uçlarına bastı, Pamir’in kulağına yaklaştı, “Ağlamak yerine hesap sor. Ben çocuk olduğum için izin vermiyorlar. Ama sen büyüksün, yapabilirsin,” diye fısıldadı.

Gözlerini kısarak Kerim’in yüzüne baktı Pamir. “Hesap sormak mı, kime?”

“Katiline. Onu bizden çalana!”

“Onun kim olduğunu biliyor musun?”

 Kendinden emin bir şekilde başını salladı Kerim. “Onu bugün götürdüler. Polis geldi ve onu alıp gitti.”

“Kimi? Kim yapmış? Katil kimmiş Kerim?”

  Nezarete doğru hışımla giderken yolunu İsa kesti. Pamir’in öfkeden gözü dönmüştü ama garip bir şekilde kendini kontrol ederek,  “İhsan burada mı?” diye sordu.

“Hayır Başkomiserim, ben de sizi tam olarak bunun için durdurdum.”

 İçinde tuttuğu nefesi yavaşça bırakıp İsa’ya baktı. İsa, ona saatlerdir ulaşmaya çalıştığını söyledikten sonra hızla konuya girdi. “Aykut Aslanoğlu’nun bileklerini kesen satır, İhsan Aslanoğlu’na aitmiş. Ayrıca onun parmak izine rastlanmış ve İhsan tutuklanırken suçu üstlenmiş. Fakat işin içinde başka bir şey var gibi görünüyor, Başkomiserim. Adamı getirdiklerinden beri konuyla ilgili ağzını bıçak açmadı. Söylediği tek şey, sizi istediği.”

 Pamir kaşlarını çatarak baktığında, İsa, “Amirim, sorguya sizin girmenizi söyledi,” diyerek Pamir’in önünden çekildi.

  Sorgu odasının kapısında duran polis memurunun yüzüne bile bakmadan içeri daldı Pamir. Dirseklerini masaya koymuş, avuçlarını yüzüne kapamış halde oturuyordu İhsan.

“Bana anlatacakmışsın,” dedi Pamir, kapıyı kapatırken.

 Başını kaldırıp kamerayı işaret etti İhsan, “O kapanmadan konuşmayacağım,” dedi.

 Pamir önce kameraya, sonra da öteki tarafı cam olan duvara bakıp, başıyla işaret etti. “Anlat,” dedi ve İhsan’ın karşısındaki sandalyeye oturdu.

“Yalnız mıyız?”

“Anlat İhsan, oyalama!”

“Baş başa kalmadan olmaz.”

 Derin bir iç çekip kalktı Pamir. Camlı duvarın önüne gidip durdu. “Çıkın odadan, hepiniz!” Biraz bekleyip, geri döndü. “Anlat artık.”

“Gittiklerine emin misin?”

 Pamir dişlerini sıkmayı bırakıp, İhsan’ı süzdü. Katile benzer bir hali yoktu. Sanki burada oturma nedeni ailesini katletmiş olması değil de, katilin aleyhine ifade verecek olmasıydı. “Derdin ne İhsan?” diye sordu Pamir’e.

“Sadece seninle konuşacağım. O yüzden gittiklerine emin ol.”

Pamir kendinden emin bir halde “Sözümü dinlerler,” deyince; İhsan dirseklerini masadan çekip, göğsünü yasladı, yaklaşabildiğince Pamir’e yaklaştı. “Bana yardım et!” diye fısıldadı.

Pamir soru sormaksızın baktı.

“Sana anlatacaklarımı saklayabilir misin?”

Kaşları çatık halde sakince karşısındaki sandalyeye oturdu.

İhsan sakince, “Ben yapmadım,” dedi. “Tüm suçu üstleneceğim. Bunun karşılığında sana katilin kim olduğunu söyleyeceğim ama senden onu saklamanı istiyorum.”

 Güldü Pamir. “Bir dakika, doğru mu duydum? Sen, bir Başkomisere, katili saklamayı mı teklif ediyorsun?”

 Başını salladı. “Eğer saklamazsan onu öldürecekler, tutuklansa bile ölecek.”

“Adam akıllı anlat lan şunu!”

“Baştan beri yalan söyledim.”

“Onu biliyorum. Rahatça yalan söyleyebildiğine göre, gerçek katilin sen olmadığı ne malum? Belki de suçu başkasına atıyorsun?” ellerini masaya koydu, İhsan’a yaklaştı. “Sana neden inanayım İhsan?”

“Sen işini sağlam yapan bir adamsın, görmezlikten gelmezsin.”

 Bileğindeki saate baktı Pamir. “Sana her şeyi açıklaman için sadece bir dakika veriyorum.” Kollarını göğsünde kavuşturup arkasına yaslandı. “Başla!”

CELLAT

  Etrafı iyice kolaçan edip saklandığı inşaattan çıktı, Cellat. Sutyeninin arasına sıkıştırdığı kağıdı çıkarıp eline aldı. Son kurbanına ulaşması için fazla vakti kalmamıştı. Açtı, susuzdu ve takati tükeniyordu.

  Bade ve oğlunun yanından ilk çıktığında, salona girdi Cellat. O koca ağızlı herif pencereyi açmıştı. İçeri girdiğinde karşısına yaşlı kadın dikildi, onu durdurmaya çalışmak gibi aptalca bir eylemde bulundu. Gözü çoktan dönmüştü Celladın. Üstelik öldürmeyi en çok istediği adam kaçmaya çalışırken.. İtti kadını, zaten ilacın etkisiyle sersemleşen kadın anında düştü yere, başını yere vurur vurmaz bayıldı. Tekerlekli sandalyedeki adam, kadının düştüğünü görünce kısık sesle inledi. Gülerek çekyata doğru yürüdü Cellat. Koca ağızlı herif, ilacın etkisiyle sallana sallana kaçmaya çalışıyordu. Çekyatın altından bir kiremit çıkardı ve kaçmaya çalışan adama doğru yürüdü. Önce açtığı pencereyi kapattı, sonra beklemeden kiremidi adamın kafasına geçirdi. Yere yığıldı adam ama bayılmadı. Acıyla inlemeye başladı. Üstüne oturdu Cellat. “Küçüktüm,” dedi. “Çok küçüktüm!” diye bağırdı. “Hak etmemiştim! Küçük bedenimin üstünde, senin hayvan gibi vücudunun ağırlığını hissetmeyi hak etmemiştim!” Çenesini tutup sıktı. “Söylesene, ne istedin benden? Karın yetmedi mi sana! Gerçi o pisliğe karı demeye şahit lazım, her şeyi biliyordu. Bana yaptıklarını, neden sürekli beni sizde yatıya kalmaya zorladığını, geceleri canımı nasıl yaktığını; her şeyi biliyordu! Sen sabah evden çıkınca, O başlıyordu eziyete! Sana karşı durması gereken yerde, beni suçluyordu! Benim suçum yoktu ve şimdi ödeşme zamanı!” dedikten sonra kiremitle, başı ezilene dek vurdu.

  Kiremidi yeniden çekyatın altına soktu. Geri kalktığında elinde bıçak vardı. Yaşlı adama yürüdü. “Hata ettin, sen hatanın büyüğünü yaptın. Üstelik yanılmıştın. Varol değildi, büyük oğlun değildi.” Elini karnına koyup bir kahkaha attı, Cellat. “Salak olandı, en küçüğün.” Adamın yüzüne bir nefes mesafesi kadar yaklaştı. “İhsan’dı!” doğruldu. “Ah, bazen onun senin oğlun olduğuna inanasım gelmiyor. Doğru söyle, evlatlık falan mı? En aptalınız O’ydu ve emin ol, hepinizin kanı onun ellerinde bulunacak!” Yaşlı adam can havliyle inliyor, gözleriyle af diliyordu. “Uğraşma! Sen şansını Varol dediğinde kaybettin!” deyip bıçağı adama sapladı. “He!” çıkardı bıçağı. “Ama İhsan deseydin, yine aynı hatayı yapmış olurdun!” bir daha sapladı ve yeniden çıkardı. “Çünkü ben bu dünyaya bir Aslanoğlu daha getirmeyeceğim!” bir kez daha sapladı ve sonra çıkardı. “Aslında tüm soyunuzu yok ederdim, oğullarını da, ama kanınızı onların eline başka türlü bulaştıramazdım!” yeniden saplayıp çıkardı. “Suçu İhsan üstlenecek, yaşamana izin verseydim, sen de görecektin. En küçük oğlun benim için hapiste çürüyecek! Ötekiler de benim peşime düşecek. Ama yetişemeyecekler, yorulacaklar ve en sonunda onlar da hapse girecek. Zaten senin oğullarının ikinci evi orası, üzülme.” Tekrar ve tekrar, yaşlı adamın son nefesine dek durmadan sapladı, çıkardı.

  Bıçağın sapını silip, yerde yatan kadının eline tutturdu, sonra da çekyatın altına fırlattı. Tam odadan çıkacaktı ki, kadının nefes aldığını fark etti. Geri döndü, saçından tutup başını havaya kaldırdı. “Kimsenin yaptığı yanına kalmıyor görüyor musun? Sen şimdi benim bu yaptıklarımın da yanına kalmayacağını düşünüyorsundur,” omuz silkti. “Emin olduğum bir şey var: Mahalleli, polise ağzını açıp tek laf etmeyecek. Hepsi korkak! Çünkü hepsi en az sizin kadar suçlu! Onlar için geri dönerim diye korkacak ve susacaklar. Polisin de aklına Kerim’le konuşmak gelmeyecek. Anlayacağın, en sevdiğin oğlundan başka katil adayımız yok!” dedikten sonra kadının başını yere defalarca vurdu.

  Kanlı eliyle burnunu silip odadan çıktı. Doğruca Aykut’un yanına gitti.

  Üstü başı kan içinde olmasa adresi çok rahat bulabilirdi. Üstelik bildiği bir yerdi.

 Karnına sakladığı kahverengi deri kaplı defteri çıkardı. Bir tek o kana bulanmamıştı. Yeniden karnına soktu. Adrese baktı ve ara sokaklardan, kimsenin görmeyeceğine emin olduğu sokaklardan yürümeye devam etti.

  Aykut’un o iri cüssesini nasıl küvetin içine taşımıştı hala anlayamıyordu. O nasıl bir öfke, nasıl bir intikamdı da gücüne güç katmıştı? Küvete koyup, başını suyun içine bastırdığında, tüm vücudu titremişti. Yine de, az önce o koca ağızlı herifin başını ezebildiği için kendiyle gurur duyuyordu.

 Bir anda suyun altından Aykut’un başını çıkardı. “Damadın,” dedi, Aykut’un perişan olmuş yüzüne yaklaşarak. “Yıllardır bana tecavüz ediyordu ve kızın her şeyi bilmesine rağmen, bana yardım etmedi. Beni sana karşı kışkırttı. Boğazıma tasma takıp beni köpek gibi gezdirdiklerini hatırlıyor musun? Gülüyordun, onlar benimle alay ederken sen gülüyordun! İşte o tasmayı, geceleri de kocası takıyordu. Ama O sadece boğazımla kalmıyordu. Sana anlatmaya çalıştım,” başıyla mutfağı işaret etti. “Ona da anlatmaya çalıştım. Susturdu beni. Tek bir şeyin cevabını ver bana, Bade haklı mıydı?”

 Ağzını açtı Aykut, konuşmaya çalışıyordu ama yapamıyordu.

“Belki de canını bağışlarım, BANA CEVAP VER!” diye bağırdı. “Haklı mıydı? Konuşsana!”

 Aykut’un dudağının arasından çıkan tek şey inilti olunca, öfkeyle başını suya bastırdı Cellat. Son nefesini vermeden geri çıkardı. “Uğraş, o cevabı vermek için uğraş! Haklı ya da değil de!”

 Başını iki yanına salladı Aykut.

“Bu ne demek? Haklı değil, demek mi?”

 Evet dercesine yukarıdan aşağı salladı.

 Bacakları titredi Celladın, yere çöküp küvete tutundu. “Neden o zaman, neden izin verdin, neden yaptın?” diye ağlamaya başladı. O esnada bir tıkırtı duydu, bir şeyin yere düştüğünü. Hızla arkasını döndü. Kapı açıktı. Koridorda bir silah duruyordu. Ayağa fırladığı gibi koridora koşup silahı aldı. Koridorun sonunda, Oktay kapıyı açmaya çalışıyordu. “Bunu düşürdün,” diye seslendi Cellat.

 Arkasını döndü Oktay, “Yapma, bak izin ver gideyim,” dedi.

“İlaç sana tesir etmemiş.”

“İçmedim ki, döktüm. Biliyordum, bunu yapacağını biliyordum.” Ellerini havaya kaldırdı. “Bak, sana engel olmadım, silahım olmasına rağmen sana engel olmadım. Al intikamı istedim. Ama senin de iyi bildiğin bir şey var, ben sana bir şey yapmadım. Benim suçum yok. İzin ver gideyim. Kimseye bir şey demem.”

“Senin suçun yok mu?” güldü Cellat. “Babanın beni kemerle öldüresiye dövdüğü günü hatırlıyor musun? Ben unutmadım da!”

“Benim yüzümden olmadı. Her şeyi Bade Ablam başlattı, biliyorsun.”

“Ona engel olabilirdin ama sen ona destek oldun.” Silahı ona doğrulttu.

“Yapma, ben senin…”

“Sus! Söyleme, sen hep böyle kandırdın beni. Ama sen benim hiçbir şeyim olmadın. Ben sadece kandırıldım. Üzgünüm Oktay! Ölüme ‘hoş geldin’ de!” deyip tetiği çekti. Oktay son çare kapıyı açmak için arkasını döndüğü sıra Cellat onu vurdu.

 Küvetin yanına geri döndü. “Oğlun öldü, başın sağ olsun!” Aykut’un yüzüne baktı, perişan görünüyordu. Son anlarıydı ve bu, yüzünden okunuyordu. Başını tuttu Cellat. “Demek Bade haklı değildi. Yazık, görüyor musun, şimdi boş yere ölüyorsun!” diyerek, başını ölene dek suda tuttu. “Hoşça kal, Baba!”

   Nihayet adresteki eve varabilmişti Cellat. Kapıyı çaldı ve elindeki kağıdı sıkıca tutup bekledi.

  Kapıyı yaşlı bir adam açtı, karşısında Celladı gördüğünde gözleri şaşkınlıkla irileşti. Onu hayatında ilk defa görüyordu ama bu gözleri tanıyordu.

 Adam, “Siz?” diye gevelerken, kızın üstündeki kanı fark etmemişti. Gözlerini kısıp, doğruca Celladın gözlerine baktı. “Siz de kimsiniz?” diye sordu.

Elindeki buruşuk kağıdı ona uzattı Cellat, “Ben,” dedi. “Onun kızıyım.”

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın:

[instagram-feed]