CİNAYET TOHUMU / Bölüm 21

BÖLÜM 21

  Fulya ilacı kendi içti ve masaya dönüp, yerine oturdu. “Bu aralar çok çalışıyor,” dedi ve gülümsedi. Yemeğin geri kalanı sükut içinde yendi.

 Masa ve mutfak toplanınca, Seniha Hanım çantasını eline aldı. Gecenin geri kalanı gibi gidişleri de sessizce oldu.

 Fulya eline telefonunu alıp Pamir’i aramak istediyse de kendine engel oldu. Telefonunun hala kapalı olduğuna emindi. Boş yere kendini yoracaktı. Balkona çıktı, hava çok soğuktu. En sonunda dayanamayıp Orhan’ı aradı.

“Hayırdır inşallah?” diye açtı Orhan telefonu.

 Saat kaçtı Fulya’nın haberi bile yoktu. “Kusura bakma ama ne yapacağımı bilemedim,” diye geveledi.

“Bir şey mi oldu?”

“Pamir..” diyerek iç çekti. “O gitti Orhan, çok sinirliydi ve çekip gitti.”

  Öfkeyle çıktı sorgu odasından Pamir, kapıda bekleyen polis memuruna döndü. “Dosya kimdeyse söyle, sabah ifadesini alsınlar. Bu gece nezarethanede tutun. İfadesi alınınca savcılığa sevk edersiniz,” dedi ve hızla yürüdü.

 Emniyetten çıktığı an, beyaz araba acı bir fren sesiyle önünde durdu. Tam küfür edecekti Pamir, arabanın camı indi, “Atla! Her nereye gidiyorsan beraber gideceğiz!” diye seslendi Orhan.

“Evine dön, Orhan!”

“Uzatma Pamir, bin şu arabaya!”

 Cama yaslandı Pamir, “Başkomiserin olarak emrediyorum, evine dön!” dedi, her zamanki emir veren ses tonuyla.

 Bir süre Pamir yürüyerek, Orhan da peşi sıra arabayla takip ederek… Nihayetinde Orhan’ın inadı, Pamir’inkinden üstün geldi. Pamir pes ederek arabanın kapısını açtı. “Yapmamam gereken bir anlaşma yaptım. Meslek hayatımda ilk defa hata yaptım ve pişman değilim,” dedikten sonra, “Hala beni arabana almayı istiyor musun?” diye sordu.  

 Orhan sesindeki tınıya tehdit katarak, “Seni arabama almaktan fazlasını istiyorum Pamir,” dedi. “Bana İhsan’la yaptığın anlaşmayı anlatmanı istiyorum.”

 İşte o an Pamir, Orhan’ın ondan sonra harika bir Başkomiser olacağını fark etti. Belki ondan daha iyi bir Başkomiser bile olurdu. Orhan hafife alınmaması gereken, sessiz görünen ama tehlikeli olabilen bir adamdı. Pamir onun bu yüzünü ilk kez görüyordu. Bir şey söylemeden usulca arabaya bindi.

——–.——–

  Bileğindeki saate baktı Pamir. “Sana her şeyi açıklaman için sadece bir dakika veriyorum.” Kollarını göğsünde kavuşturup arkasına yaslandı. “Başla!”

“Tamam,” dedi İhsan. Ellerini masada birbirine kavuşturup başladı anlatmaya. “Buzluktaki kadın, amcamın ikinci karısı. Nurperi yengem. Fakat amcamın bir ara hayat kadınlarıyla başının belada olduğu doğruydu. Nurperi de onlardan biriydi. Sonra bir baskında tutuklanmış. Amcam para karşılığı çıkarmış onu. Çok uğraşmış çıkarmak için. En sonunda ne kadar büyük bir meblağ bağışladıysa..” kısa bir nefes aldı. “Her neyse işte, onu hapisten çıkarıp evine getirdi. Bade Abla çıldırdı ve kadına hayatı zindan etmeye başladı. Üstelik…” sustu, gözlerini acı dolu bir ifadeyle yumdu.

 Nefesini tutmuş vaziyette İhsan’ı dinliyordu Pamir, yerinde kıpırdanıp, “Üstelik?” diye sordu.

 Gözlerini açtı İhsan. “Üstelik geldiğinde hamileydi,” dedi ve boğazı düğümlendi.

   Pamir’in yüreğine yeni bir hançer saplandı.

“Kısa süre içinde yıldırım nikahıyla evlendiler. Ben o zamanlar küçüktüm. Çok bir şey hatırlamıyorum.

 Nurperi doğum yapınca, herkes daha fazla cephe aldı ona. Çünkü, çocuk hiçbir şekilde amcama ya da bizim aileye benzemiyordu. Amcam kendi çocuğu olduğunu söylüyordu ama görülen şey pek öyle değil gibiydi. Hiç kimse onu, amcamın çocuğu olarak görmedi. Bir tek Oktay fazla ses çıkarmıyordu. Ama o çocuk.. Nurperi’nin çocuğu büyüdükçe…” Susup derin bir nefes aldı. “Amcam dahil herkes, ikisine eziyet etmeye başladı. Babam, aile büyüğü olarak bu duruma karşı gelmek istedi. Kaza onu çok değiştirmişti. O çocuğu, aileden biri yapmak için..” Gözünden birkaç damla süzüldü İhsan’ın, canının yandığı her halinden belliydi. “Aileden olması için, onu abime istedi,” derken çenesi öyle çok titredi ki, kırılacakta masaya düşecek sandı, Pamir.

“Nurperi’nin bir kızı mı oldu?” diye sordu Pamir. Mesleğinin verdiği soğuk tavrı, elinden geldiğince korumaya çalışıyordu.

 Başını evet anlamında salladı İhsan. “Abim, babama karşı gelemezdi. Biz üç kardeş babam ne derse, he deriz. Bakmayın abilerimin hapse girip çıktığına, hepimizin babamdan ödü kopar.”

“Senin de var sicilin, nişanlını dövmüşsün?”

“Ben hiç nişanlanmadım ki. Varol abimin sevdiğiydi O. Babam ona Nergis’i..” durakladı. “Adı Nergis,” dedi.

   Nergis… Bu ismi aklından önce kalbine kazıdı Pamir.

“Nergis’i isteyelim deyince, sevgilisinden apar topar ayrıldı. Ama kız, abimi bırakmadı. Bir gece dövmüş kızı. Nergis’i istemiyordu ama babama karşı gelemiyordu. İşin içinden çıkamamış. Sevgilisiyle kavga etmişler, tutamamış kendini. O hiçbir zaman tutamıyordu zaten. Dövmüş işte kızı. Benden suçu üstlenmemi istedi. Kız, abime olan aşkından, benim nişanlımmış gibi görünmeyi kabul etti. Ben abimin suçunu üstlendim.” Acıyla gülümsedi. “Çünkü ailenin salağı benim.”

“Sonra ne oldu? İstediniz mi?”

“Evet. Nergis ağladı, istemedi ama amcam ‘olur’ dedi. Zaten annesinin söz hakkı yoktu. Söz-nişan bir yapıldı. Geçenlerde düğün tarihi alındı. Birkaç gün sonra benim dükkana geldi, Nergis. Kötü görünüyordu. Ne olduğunu anlatmadı. Biraz kıyma aldı. O çıkarken, çırağım dükkana giriyordu. Çarpıştılar. Nergis’in elini, çırağımın cebine sokarken gördüm. Dükkanın anahtarını çıkarıp aldı. Kimseye bir şey demedim. Onu takip ettim. Gece herkes yattığında evden çıktı. Dükkanıma gelip satırı aldı. O zaman bir şey yapacağını anladım. Tüm aile onlara gideceğimiz gece, abilerimin başına iş açtım. Kendi dükkanlarındaki buzhaneyi kapattım. Buzlar eridi. İkisi de dükkandan çıkamadı. Nergis’in hepsini korkutacağını, Varol abimle evliliği istemediğini söyleyip, işi bozacağını düşündüm. Onun herkesi öldüreceğini değil…” Gözlerini yumup yutkundu. “Ben de son anda babamı arayıp gelemeyeceğimi söyledim. Gitmedim. Bilseydim giderdim.

 Gece geç vakitte merakıma yenik düştüm ve gittim. Geç kalmıştım. Nergis her yeri kan içinde evden çıkıyordu. Onu gördüm. Kaçtı. Her şeyi O yaptı. Ve abilerim bunu biliyor. Çünkü, Ondan başka bunu yapacak kimse yok.”

“Abilerin senin gördüğünü biliyor mu?”

“Hayır. Onlara, benim de buzluğumda sorun olduğunu ve hiç gitmediğimi söyledim. Böylece onların buzluğunu benim bozduğumu anlamayacaklardı.”

“Madem cesetlerin farkındaydın, neden kokmasını bekledin? O cesetler kaç gün öyle kaldı?”

“İki ya da üç gün.. Abilerimin buzluklarında problem olunca, iş büyüdü. Şehir dışına gittiler. Varol abimin arabasıyla gitmişlerdi. Onlar hakikaten yoktu. Geldiklerinde polis işin içindeydi ve Nergis, ölenlerin arasında yoktu. İkisi bir onun peşine düştü. Onu bulup öldürecekler.”

“Sen niye saklandın?”

“Çünkü, o satırın cinayet aleti olarak kullanıldığını biliyordum. Size baştan beri yalan söyledim. Şüpheli görünmek için her şeyi yaptım.”

“Peki ama neden? Katili biliyorsun ve neden üstleniyorsun?”

“Abilerim benim yaptığıma inanmazlar ve üstlenmem işlerine gelir. Çünkü, katili öldürdüklerinde polisin aradığı biri olmayacak. Ben size en başta, ‘katil Nergis, içeri alın’ deseydim, onu içerde öldüreceklerdi. Bunu yapmak, dışarıda öldürmekten çok daha kolay olacaktı.”

“Sorumun cevabı bu değil? Tüm aileni öldüren bir katili neden korumak istiyorsun?”

  İhsan, alt dudağını dişleri arasına alıp ezdi ve yaşlar dişine dek aktı. “Çünkü,” yutkundu. “Onu seviyorum,” dedi.

  Arabayı sahile dek sürdü Orhan. Sahile varınca kontağı kapattı ve Pamir’e döndü.

“Ne yani, İhsan, amcasının kızını mı seviyormuş, katili?” diye sordu, hayret içinde.

“Amcasının kızı olup olmadığı kesin değil. Ama evet, seviyormuş.” Denizin üstüne yansıyan ay ışığına baktı Pamir.  

“Sonra ne oldu?” bir an durakladı. “Kabul ettiğini söyleme sakın!” diye haykırdı.

 Elini arabanın koluna koydu. “Arabadan inebilirim ve sen de buna alet olmak zorunda değilsin!”

“Artık çok geç, Başkomiserim! Anca beraber kanca beraber. Bu yolda yanındayım ve eminim tüm ekip seve seve yanında olur.”

“Sakın!” diye karşı çıktı Pamir. “Onlar çok genç ve çok yetenekli çocuklar. Hiçbiri benim anlaşmam yüzünden geleceğini yakmayacak! Duydun mu Orhan, hatta sen bile yakmayacaksın. Mesleğini, anlaşmama karıştırma!”

“Sen çok yaşlısın zaten, otuz sekiz! Vay anasını!”

“Orhan!”

“Tamam, şimdi duyduklarımı, arabadan indiğimde unutacağım, söz veriyorum.”

——–.——–

  İhsan, alt dudağını dişleri arasına alıp ezdi ve yaşlar dişine dek aktı. “Çünkü,” yutkundu. “Onu seviyorum,” dedi. “Ölen ailem, evet ama hepsi hakketti. Nergis’e, onu katil yapacak kadar çok eziyet ettiler. Ailemi kurtaramazdım, hak etmişlerdi. Ama bana, sevdiğim kızı kurtarma şansı ver. Onu koru. Herkesi, hepsini öldürdüğüme inandırırım. Mahkemede elimden gelenin fazlasını yaparım. Abilerim de, Nergis’in peşinde polis olmasın diye, benim katil olduğuma tanıklık edeceklerdir. Lütfen Nergis’i abilerimden önce bul. Ben o gece onu takip ediyordum ama birden gözümden kaçtı. Bulamadım. O günden beri onu arıyorum. Sen Başkomisersin, nereye bakman gerektiğini iyi bilirsin. O evden pek çıkmazdı, gideceği bir yer yok. Arkadaşları da yok. Okula gitmiyordu. On dokuz yaşında.” Elini pantolonunun cebine sokup küçük bir fotoğraf çıkardı. Büyük kareden kesilmiş küçük bir parçaydı. “Bu O,” deyip Pamir’in önüne koydu. “Nişan günü çekildi.”

 Fotoğrafa gözünün ucuyla bile bakması yetmişti, Pamir’in nefesinin kesilmesine. Karşısında Peri’nin hırçın fotoğrafı duruyordu adeta. Saçı, gözü, dudağı, bakışları… Kopyasıydı. Fotoğrafa elini sürmeden İhsan’a baktı.

“Anlamadığım şey, annesini neden buzluğa koydu? Onu neden öldürdü, ya da neden diğerleri gibi öldürmedi?”

“Annesi hiçbir zaman ona annelik etmedi.” Bu cümle Pamir’in geri dönen geçmişiyle birleşip, tokat gibi patladı suratında. “Ama sonuçta öz olduğundan emin olduğu bir tek annesi vardı. Ondan da intikam almak istemiş olmalı ama kan mı çekti ne, kıyamadı herhalde. Buzluğa kapatmayı tercih etmiştir.” Susup Pamir’i inceledi. “Kabul ediyor musun? Onu koruyacak mısın?”

 Elini çenesine koyup, kirli sakalını kaşıdı. Fotoğrafa yaklaşıp, kızın gözlerine baktı. Beyni bir anda bütün vücudunu sarstı. Hızla ayağa kalktı, “Olmaz,” dediği gibi sorgu odasından çıktı.

“Ee? Sonra fikrini değiştiren ne oldu?” diye sordu Orhan.

 Gözleri yaşlarla dolmuştu Pamir’in, “Devamını anlatamam,” dedi. “Türkçe’de devamını anlatabilmeme yetecek harf yok.”

“Söylesene Pamir, bu dava seni neden bu kadar yıprattı?”

 Başını elleri arasına alıp alnını sıktı. “Yapamıyorum Orhan. Bilmediğim bir dil bu, yolunu hiç bilmediğim bir dünya,” Orhan’ın gözlerine baktı. “Ben, Başkomiser Pamir Dinçer, çaresizim…”

 İki adam birbirine öyle derinden baktı ki.. Yazabileceğim bir dilde değildi bakışları.

  Ben, Başkomiser Pamir Dinçer. Az önce, sorgu odasında gördüğüm bir çift mavi göz yüzünden hışımla odadan çıktım.

  Şimdi ise bir yaz günü evde, kırık masanın üstüdeki defterine yazı yazan Çocukluğumu görüyorum. Saniyeler içinde kulaklarıma, Başkomiserin tanıdığı, Çocukluğumun pek bilmediği bir melodi ulaşıyor.

“Gençlik Başımda Duman” şarkısının sesi yükseldiğinde, içeri bir kadın dans ederek giriyor. Önce beyaz ayaklarını görüyorum, hızla ileri geri gidiyor ve ince hoş bir ses şarkıya eşlik ediyor.

“Gecemi aydınlatan ateş böceği misin?”

 Çocukluğum üfleyerek ama bir yandan da sırıtarak kalemi elinden bırakıyor ve kadını izlemeye başlıyor.

Ayaklarından başlayıp, yukarıya doğru hareket eden bedenine bakıyorum, kadının. Üstündeki çiçekli etek dizinde bitiyor. Bacakları da ayakları gibi bembeyaz.

Çocukluğum dirseğini masanın üstüne, elini yanağının altına koyuyor. Kadının kahkahayla söylediği şarkıyı dinleyip, dans edişi seyrediyor.

 Eteğinin üstünde beyaz, askılı bir atlet var. Saçları belinde dek uzanıyor ve bir oraya bir buraya savruluyor, arkası dönük.

 Başkomiser olan ben, gördüğü saçlar karşısında nefesini tutuyor.

 Kızıl…

 İnce, düz, uzun ve kızıl…

 Şarkının ortalarına geldiğinde, bir anda Çocukluğumun önünde diz çöküyor. Yüzünü kapatan saçlarını arkaya doğru savurunca, Başkomiserin gözleri yaşarıyor. Onun mavi gözlerini, beyaz yüzünü az evvel görmüştü…

 Görmüştüm…

 O’ydu…

“Kovaladıkça kaçan ateş böceği misin?”

Burnunu burnuna sürtüyor annesi Çocukluğumun ve ellerini tutup şarkıyı söylemeye devam ediyor.

Şarkı bitene dek o ikisi, gerçek bir anne oğul gibi birbirlerine gülümsüyorlar.

  Geçmişi bu kez ne karanlık, ne de bulanık gelmişti. Son derece netti gördükleri. Nurperi, Pamir’in annesiydi!

  Başını duvara yasladı. Görüntü kaybolduğunda, ne hissettiğini anlatacak tüm harfler alfabeden silinmişti. Çenesi titriyor, gözleri durmaksızın yaş ağırlıyordu. Kendine düşünme fırsatı vermeden, kalbinin çığlığıyla içeri geri döndü. Bir şey demeden masanın üstünde duran fotoğrafı aldı. Arkasını döndü. Kapının kolunu tuttu. Sırtı İhsan’a dönük, “Tamam,” dedi ve çıktı.

  Başını elleri arasına alıp alnını sıktı. “Yapamıyorum Orhan. Bilmediğim bir dil bu, yolunu hiç bilmediğim bir dünya,” Orhan’ın gözlerine baktı. “Ben, Başkomiser Pamir Dinçer, çaresizim…” dedikten sonra sessizleştiler. Bir müddet iki adam birbirine baktı.

“O kadın,” dedi nihayetinde Orhan. “Buzluktaki kadın,” bakışlarını, Pamir’in gözlerinden ayırmadan devam etti. “Annen, öyle değil mi?”

 Acıyla yumdu Pamir gözlerini. Orhan cevabını almıştı.

“Böylece Nergis, senin kız kardeşin.”

 Dudağını ısırıp başını koltuğa vururcasına yasladı Pamir. İkisi için de cümlelerin sonuydu.

  Bir süre sonra kontağı çalıştırdı Orhan, beyaz araba karanlığın içinde kayboldu.

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın:

[instagram-feed]