ZEHR-İ NERGİS / Bölüm 5

  Güngören de bulunan devlet lisesi kapanmadan yetişti, Orhan. Müdürün odasına adımını atar atmaz kendini tanıttı. Yapacakları için Pamir çok kızacaktı ama Orhan, Pamir’in kendini tek başına riske atmasına izin vermeyecekti.

“Bir öğrenciniz kayıp, Müdür Bey. Bunun için buradayım,” dedi Orhan, masanın arkasındaki dönen sandalyede oturan yaşlı adama.

 Müdür karşısındaki sandalyeyi gösterince, yavaşça oturdu ve aynı yavaşlıkta Nergis’in adını söyledi. Böylece müdürün yüzündeki ifadeyi incelemek için zamanı olmuştu.

 Usulca kaşları çatıldı adamın. “Ya..” diye mırıldandı.

 Orhan, Nergis ve ailesi hakkında her şeyi tüm ayrıntılarıyla bilmek istediğini söyleyince Müdür sıkıntıyla çenesini ovuşturdu ve ilk sorduğu şey ailesinin bundan haberi olup olmadığıydı. Orhan ailedeki herkesin öldürüldüğünü söylediğinde, Müdür dehşet dolu bir ifadeyle baktı. “O ailede normal kimse yoktu,” diye geveledi gayri ihtiyari. Bunun üstünde Orhan soru dolu bir bakış attı.

Müdür sesli bir iç çekip konuşmaya başladı. “Nergis pek okula gelmezdi. Onu birçok kez devamsızlıktan sınıfta bırakmak, hatta okuldan atmak istedik. Fakat her seferinde babası, Aykut Bey gelir yalvarırdı. Nergis’in hasta olduğunu söylerdi. ‘Okula gelmemesi öteki öğrencilerin iyiliği için,’ derdi. Nergis okula yalnızca sınav günleri gelirdi. Sınava girer ve bir dahaki sınav gününe kadar gözükmezdi. Sizi birazdan sınıf öğretmeniyle görüştüreyim. Bir de ondan dinleyin. Nergis her sınavı, en az 90 alarak geçerdi. Hatta geçen sene okulu birincilikle bitirdi. O tuhaf bir kızdı. Derse girmeden başaran bir kız. Başarısından dolayı öğretmenleri onun sınıfta kalmasını istemiyordu. Sorun sadece yaptığı devamsızlıktı.”

“Babası hastalığı için başka bir şey diyor muydu?”

“Babası meslektaşımdı. Gerçi çoktan emekli olmuştu ama müfredatı iyi bilen bir adamdı. Onu her seferinde ikaz ediyordum.” Masaya doğru eğildi Müdür. Sanki bir sır verecekmişçesine fısıldadı. “Bana kalırsa Nergis’ten ziyade, sorun babasındaydı.”

“Size bunu düşündüren ne?”

“Kızının okula gelmesini istemiyor gibiydi. Bence hastalığı bahane ediyor, kendi göndermiyordu.”

“Kendi göndermeseydi, sınav günleri de göndermezdi.”

“Göndermek zorundaydı. Aksi halde, bir müdürün çocuğunu okula göndermiyor diye adı çıkması, onurunun aldığı darbe olurdu.”

“Yani adı çıkmasın diye bir kılıf mı uydurmuştu?”

“Bu benim fikrim. Siz bir de sınıf öğretmeniyle konuşun. O, Nergis’i benden daha fazla gördü.”

“Nergis’in sınıfını ve arkadaşlarını da görmek istiyorum.”

“Tabi, sınıf öğretmenlerinin dersi şuan kendi sınıfında. Gelin, sizi sınıfa götüreyim,” diyerek ayağa kalktı adam.

 Önde Müdür, arkasında Orhan, Nergis’in sınıfına doğru yürüdüler. Ufak bir liseydi burası. Dar koridorda dört sınıf vardı. Sabahçı-öğlenci diye ayrılmıştı sınıflar. Nergis öğlenciydi. Yani en azından sınava girdiği günler.

 Sınıfın kapısını tıklattı Müdür ve kapıyı açıp Orhan’la birlikte içeri girdi. En az otuz öğrencinin olduğu kalabalık bir sınıftı. Ders matematik, sınıf öğretmeni Orhan yaşlarında minyon ve gözlüklü bir adamdı.

“Dersinizi bölüyoruz Hocam, fakat beyefendi,” diyerek Orhan’ı gösterdi, Müdür, “Komiser, Nergis Aslanoğlu hakkında sizinle ve çocuklarla konuşmaya gelmiş.”

 Öğretmen elindeki tebeşiri, tahtanın kenarındaki demirin üstüne bırakıp ellerini birbirine sürttü. “Nergis’e bir şey mi oldu?”

“Siz görüşün,” dedi Müdür. “Benim odama dönmem gerekiyor,” deyip sınıftan çıktı.

 Orhan, Nergis’in kayıp olduğunu söyleyerek öğretmenle özel konuşmak istedi. Böylece öğretmenler odasına geçtiler. Odada ikisinden başka kimse yoktu.

 Öğretmenin adı Yahya’ydı. Orhan kendini Komiser Kerem olarak tanıtmıştı.

“Müdür Bey, Nergis’in sınav günleri dışında okula gelmediğini söyledi,” dedi Orhan.

“Doğru söylemiş. Gelmezdi. Babası her seferinde bir hastalığı olduğunu dile getirirdi. Allah biliyor ya, bence yalancının tekiydi! Nergis’te hiçbir hastalık belirtisi görmedim. Evet, yalnızca sınav günleri gelirdi. Ama o kadar zekiydi ki, hiç dinlemediği o dersleri yüksek notla geçerdi. Martın sekizinde YGS sınavı yapıldı. Kayıt döneminde Nergis’in babası Aykut Bey, Nergis’in YGS’ye girmeyeceğini söyledi ve o günden sonra bir daha Nergis’te, Aykut Bey de gelmedi.”

“Yani Nergis sınava girmedi?”

“Girmedi.”

“O günden sonra okulda sınav oldu mu?”

“Hayır, olmadı.”

“Sizce, Nergis sınava girseydi kazanır mıydı?”

“Kesinlikle çok iyi bir yer kazanırdı.”

“Nergis’le bunu konuştunuz mu? Okumak istiyor muydu? Hayali neydi?”

“Defalarca konuştum. Yüzüme bile bakmazdı. Başını öne eğip susardı. Ama siz söyleyin, okumayı istemeyen bir çocuk sınavlardan yüksek not alır mı?”

 Elbette almazdı. Orhan büyük bir risk aldığını biliyordu ama bu konuşma onun doğru şeyi yaptığını söylüyordu. Belki de Nergis, İhsan’ın söylediği gibi biri değildi. Belki de suçsuzdu… Ya da tam tersi…

“Nergis okumayı istiyordu,” dedi Yahya. “Ama hayali neydi bilmiyorum. Seçme hakkı olsaydı ve bir meslek seçebilseydi, bu hangisi olursa olsun, Nergis hepsinde başarılı olurdu.”

“Bakın Yahya Bey, Aykut ve diğerleri öldürüldüler. Nergis ortalarda yok. Olay gecesi kaçıp kurtulduğunu düşünüyoruz. Dersleri dışında bildiğiniz başka bir şey var mı?”

 Adam hayret içinde baktı ve dondu. “Maalesef,” diye geveledi.

 Bunun üstüne Orhan, Nergis’in arkadaşlarını sordu. Fakat Yahya, onun kimseyle konuşmadığını söyledi. Ama yine de sınıfa dönüp şansını denemeyi istedi Orhan. Böylece sınıfa döndüler.

  Öğretmen haklı çıkmıştı. Sınıfta kimseden bir şey öğrenemeden okuldan ayrıldı Orhan. Edinebildiği iki bilgi dışında Nergis’e yaklaşmış sayılmazdı. Birincisi, Nergis sandıklarından zeki bir kızdı. Belki de sandıklarından daha tehlikeli. İkincisi, Aykut kızının okumasını istemiyordu. Belki de Nergis’in tehlikeli olduğunu bildiği içindi. Ölümünü önceden görmüş olabilir miydi? Kızının onu öldüreceğini anlamış mıydı?

 Ellerini cebine soktu ve yürümeye devam etti Orhan. Arkasından biri koşuyordu. Dönüp bakmak istedi ama aptal durumuna düşmek istemediği için durmadı.

 Çok geçmeden bir ses duydu, soluk soluğa fısıltı şeklinde, “Abi,” diyordu genç bir erkek sesi.

 Aniden durup arkasına baktı. Sırtındaki çantanın iplerini asılarak koşan o genci gördü. Saçları, terden alnına yapışmıştı. Onu hemen tanıdı, az evvel sınıfta görmüştü. En arka sırada oturuyor ve Orhan’ın yüzüne bakmamak için durmadan başka şeylerle oyalanıyordu. Dikkatini çekmişti Orhan’ın ama çocuğun üstüne gitmek istememişti. Şimdi karşısındaydı. Orhan’a yetişti ve durduğunda soluklanmak için ellerini diz kapaklarına dayayıp bekledi.

“İyi misin?” diye sordu Orhan.

 Derin bir nefes çekip, ciğerlerini doldurarak doğruldu. “Sorun yok, abi.”

 Çocuğun kahve gözlerine baktı Orhan. “Bir şeyler biliyorsun.”

 Yavaşça başını salladı Çocuk. “Burada anlatamam.”

“Arabam ilerde, gel benimle. Sonra da evine bırakırım seni.”

  Orhan’ın arabasına kadar sessizce yürüdüler. Arabaya oturdular, emniyet kemerlerini takarlarken, “Başla bakalım, kimsin sen?” diye sordu Orhan.

“Adım Yağız. Nergis’in tek arkadaşıyım.”

“Ne kadar zamandır?”

“İlkokuldan beri.”

“Hep aynı sınıfta mıydınız?” Başını evet şeklinde salladı Yağız. Kontağı çalıştırdı Orhan. “Evin ne tarafta?”

“Arka mahallede, iki dakikaya varırız, abi. İstersen arabayı hemen çalıştırma.”

 Orhan kontağı kapatarak Yağız’a doğru döndü. Yağız yutkunarak, “Onları Nergis öldürdü, di mi?” diye fısıldadı. Orhan cevap vermeksizin sol kaşını havaya kaldırınca, iç çekti ve, “Her zaman onları öldürmek isterdi,” dedi.

“Nergis’le okulun dışında görüşüyor muydunuz?”

“Bazen. O genelde evde olurdu. Ailesi dışarı çıkmasına izin vermiyordu.” Başını üzüntüyle iki yana sallayarak, “Ona köpek gibi davranıyorlardı,” diye geveledi.

“Ona neden böyle davranıyorlardı?”

Omuz silkti Yağız. “Nergis onların çocuğu değildi.”

 Ok gibi gerildi Orhan. Soru sormadan bekledi. Yağız alnını kaşıyarak önce geveledi, sonra Orhan’ın yüzündeki ciddiyete bakıp yutkundu. Bu adamla konuştuğu için hata edip etmediğini düşündü. Sonra da arkadaşının iyiliği için konuşması gerektiğine karar vererek devam etti. “Nergis’in annesi bir fahişeymiş ve Aykut abi onun babası değilmiş.”

 Orhan, bu olayda Pamir’i uzak tutma kararı için, bir kez de şimdi takdir etti kendini.

“Annesi evlendikten sonra da işine devam etmiş mi?”

“Hayır. Annesi, Aykut abiyle evlendiğinde hamileymiş. Sonra bir daha hiç o işi yapmamış. Ama sonuçta Nergis bir Aslanoğlu değildi. O…” devam edemeden gözlerini yere eğdi Yağız.

“O bir orospu çocuğuydu,” diye mırıldandı Orhan. Şimdi bazı şeyler yerine oturmuştu. Mahallede niye kimsenin Nergis’ten bahsetmediğini artık biliyordu. Kimse bir fahişeden doğan çocuğu mahallesinde istemezdi. Bu kadar dar kafalılardı. Nurperi’yi de tanıyan çıkmamıştı ya zaten! Çünkü kimse onu Aykut’un karısı olarak görmemişti. Nurperi, mahalleli için her zaman bir fahişe olarak kalmıştı. Ondan doğanın kaderi de ondan farksız olamazdı. Herkes, tüm mahalleli, Nergis’in katil olduğunu biliyordu ama susuyorlardı. Çünkü geri dönsün istemiyorlardı. Nergis, mahallenin kara kedisiydi.

“Öz babası olmadığına emin misin?”

“Nergis söyledi, ‘babam değil’ dedi.”

 Biranda müdürün ve öğretmenin söylediklerine gitti Orhan’ın aklı. “Nergis çok zeki bir öğrenciymiş. Sadece sınavlara girerek başarıyormuş. Ama babası bir hastalığı olduğunu söylüyormuş. Sen bir şey biliyor musun bu konuda?”

“Nergis çok zekiydi, evet. Ona bazen ders notlarını götürürdüm. İlkokuldan beri pek okula gelmezdi. Evdekiler izin vermiyordu. O da kendi başına çalışır, sınavlara katılırdı. Bildiğim bir hastalığı yoktu ama bazen…”

 Orhan, Yağız’a güven dolu bir bakış atarak, “Korkma anlat,” dedi.

“Bazen O korkutucu görünürdü.”

“Nasıl korkutucu? Hasta gibi mi?”

Başını iki yana sallayarak omuz silkti Yağız. “Gülümsediğinde çok tatlı olurdu. Konuştuğunda da çok güzel şeyler söylerdi ama işte bazen korkutucu görünüyordu. Bir keresinde üniversiteye ihtiyacı olmadığını, çünkü yapmayı istediği mesleğin üniversite gerektirmediğini söyledi.”

“Ne olmak istiyordu?” bu Orhan’ın en çok merak ettiği soruydu.

 Yağız’ın gözlerinden ürktüğü belli oluyordu. Sorusunu tekrarladı Orhan ve çocuk öne eğilerek fısıldadı: “Cellat!”…

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın: