ZEHR-İ NERGİS / Bölüm 8

  Çetin minyon ve ilk bakışta bile ilgiyi üstüne toplayan, Mithat gibi adamlardan biriydi. Ela gözleri iri, sarıya çalan saçları son derece bakımlıydı. Kendinden emin bir yürüyüşü vardı. Pamir’in gösterdiği sandalyeye oturunca, Pamir de masasının arkasındaki yerine geçti.

“Sizinle tanışmak büyük bir şeref, Başkomiserim. Nasılsınız?”

“Masumlar ölmese, iyiyim. Siz nasılsınız?”

“Eh, ben de masumlar kaçırılmasa, iyiyim,” diyerek gülümsedi Çetin. Gülümseyince sağ yanağındaki gamzesi göründü.

“Çay?” diyerek elini telefona götürdü Pamir.

“Almayayım, Başkomiserim. İş saatleri içinde bir şey içmiyorum.”

 Elini geri çekti. “Nasıl isterseniz.”

“Sizi işinizden alıkoymak istemiyorum. Bu yüzden direk konuya gireyim. Yurdagül’ün cesedi karşımıza çıkar çıkmaz, bu olayı sizin çözmenizin en doğru karar olduğunu düşündük. Bir de Şehit çocuğu olmasının hassasiyeti olunca, dosyayı Amirlerimiz size ilettiler. Siz sormak istediğiniz ne varsa, sorun. Ben cevaplayayım.”

“Öncelikle dikkatimi çeken bir husus var,” dedi Pamir. “Dosyada Yurdagül’den başkasının adı geçmiyor. Bu kızın hiç mi arkadaşı yokmuş?”

“Aslında bakarsınız, siz beni çağırmasaydınız, ben sizinle konuşmak için zaten gelecektim. Dosyaya eklemediğimiz bir isim var. Konu biraz karışık, Başkomiserim.”

Pamir ellerini masada birleştirip omuzlarını dikleştirdi.

“Yurdagül, dosyada da yazdığı gibi değişik bir kız,” bir an duraksadı Çetin. “Yaşıtlarından farklı desek daha doğru olur. Annesiyle görüşmüşsünüzdür, onun kızına dair bildiği hiçbir şey yok. Şerife Hanım, kendini kızını okutmaya vermiş. Ee, yaşadığımız çağ gereği, okutabilmek için paran olması gerekiyor. Üstelik acımasız bir devirdeyiz. İnsanlar, daha ziyade gençler, acımasız oluyor. Kılık kıyafetle alay edilen bir devir bu. Tek başına bir anneyseniz ve kız çocuğunuz varsa.. İşiniz bir hayli zor. Kayıp vakaların birçoğu Yurdagül gibi kızlardan oluşuyor. Baba yok, anne tek.

 Annenin çalışıp para kazanmaktan, çocuğuna ayırabileceği vakti yok. Böylece o çocuk yalnız kalıyor. Anneden göremediği ilgiyi dışarıda arıyor ve eğer o çocuğun arkadaş çevresi acımasızsa.. Netice olarak bu kız ya kaçıp gidiyor, ya da kandırılıyor. Sonra o kızların dosyalarını ahlak masasına devrediyoruz. Anlatabiliyor muyum, Başkomiserim?”

 Başını salladı Pamir. “Ve o davaları ahlak masasından biz devralıyoruz.” İç çekti. “Birbirimizi anlayabilecek kadar iş tecrübemiz var, Çetin Komiser.”

“Öyle tabi. Biz de ilk önce arkadaşlarıyla konuştuk. Okuluna gittik. Pek başarılı bir öğrenci değilmiş, notları orta düzeyde. Öğretmenleri olumsuz bir şey anlatmadı. Çalışkan bir öğrenciymiş ama başaramıyormuş. Ta ki..” derin bir iç çekti. “Yurdagül, bizim kayıp vakalarımızdan farklıydı. Onlar gibi kötü bir hayatı yoktu. Annesinin gördüğü gibiydi aslında. O kız son derece pozitif ve neşeliymiş. Arkadaşlarıyla arası kötü değilmiş. Ama giyimi kuşamı.. Evet, Şerife Hanımın çok çalışması gerekecek gibiymiş. Bakımlı, biraz da havalı. Dışardan baktığınızda, onun başına kötü şeyler geleceğini tahmin etmezsiniz. Yani günün birinde solacağını.

 Yurdagül, on ekim sabahı İstiklal Caddesinin kameralarına takılıyor. Taksim meydanına kadar yürüyor. Meydandaki metroya biniyor. Metrodan metrobüse geçiyor. Yenibosna’da iniyor. Otobüs durağından bir taksiye biniyor. Sonrasında izi kayboluyor. Taksinin plakası kameralarda görünmüş. Taksiyi bulduk, ama..” Sıkıntıyla yerinde kımıldandı. “Taksi korsan, plaka da sahte çıktı. Taksiyi her kim kullanıyorsa, o kişinin Yurdagül’ü kaçıran kişi olduğunu düşündük. Yenibosna’dan nereye geçebilecekleri konusunda öyle çok kafa patlattık ki… Elimize hiçbir şey geçmedi. Taksici ve içindeki kız, on ekim günü yok oldu.

 Fakat şöyle bir şey söz konusu: Az önce demiştim ya, çalışkan ama başarılı olamayan bir öğrenci diye. Mayıs ayından sonra kız değişmiş. Derslerine çalışmamaya başlamış ve günden güne kızın neşesi solmuş. Öyle ki kıyafetlerine bile özen göstermediği zamanlar gelmiş.”

 Pamir düşünceli bir şekilde, “Her ne olduysa mayıs ayında olmuş, öyleyse?” diye mırıldandı.

“Biz de öyle düşündük. Hatta bir aşka tutulduğunu varsaydık. Ama hiç kimse bunu doğrulamadı. Bir sevgiliye dair iz bulamadık.”

“Ya ahlak masası? Devreye girdi mi?”

“Evet, girdi. Onlardan yardım istedik. Birinin bu kızı kaçırıp, ya da kandırıp, ağına düşürdüğünü ele alıp, onlara bildirdik. Ama oradan da bir şey çıkmadı.

 Beş ay boyunca aramayı kesmedik. Evet, onu biz bulamadık. Kaçıran her kimse ölüsünü getirip koydu.”

“Af edersiniz, bölüyorum. Dosyada, Yurdagül’ün son görüldüğü yerin İstiklal Caddesi olduğu yazıyor. Ama siz Yenibosna’dan bahsediyorsunuz. Neden dosyada Yenibosna yazmıyor?”

“Şöyle ki, cesedi İstiklal Caddesine konuyor. Olayın da orada vuku bulduğu kesin. Burada bir şifre var. Fakat biz çözemedik. Bu yüzden kızın son görüldüğü yeri, cesedin bulunduğu yer olarak göze aldık.”

“Bir şekilde olay, İstiklal Caddesinde kesişiyor, diyorsunuz. Peki ya, dosyaya eklemediğiniz isim, o kim? Konuşmanın başında bunu ima ettiniz?”

 Sıkıntıyla omuzlarını havaya kaldırdı Çetin. “Şerife Hanımla konuştuğumuz bir gün, aklına bir şey geldi. Yurdagül’ün mayıs ayında değiştiğini söylemiştim. Annesi de aynı şeyi söyledi. Mayıs ayından itibaren geceleri eve geç gelir olmuş. Bir keresinde gece boyu gelmemiş. Sabah eve geldiğinde sarhoşmuş. Kızının kesinlikle içki içmediğini, ilk defa o gün öyle bir durumla karşılaştığını söyledi. Kızının üstüne gitmiş o sabah. Ee, kız da sarhoş olunca…

 Kendisinin korunduğunu, başına kötü hiçbir şeyin gelmeyeceğini söylemiş. Annesi biraz daha üstüne gitmiş.” derin bir iç çekti Çetin.

“Kimmiş bu kişi?”

“Adem Yılmaz.”

“Şerife Hanım isminden başka bir şey bilmiyor mu?”

“Biliyor, hatta tanıyor.”

 Kaşlarını çatarak masaya doğru eğildi Pamir.

“Şöyle, Başkomiserim; Üst Teğmen Mesut Kiraz’ın en yakın silah arkadaşı Mahmut Yılmaz..” kurduğu cümle Çetin’in beyninde parçalara ayrılınca devam edemeyerek sustu.

“Adem, onun oğlu mu?”

 Çetin başını olumlu anlamda salladı. “Yurdagül, sarhoş haliyle, Mahmut’un oğlu Adem’in onu koruduğunu söylemiş. ‘Aralarında bir aşk olmuş mu?’ diye sorduk anneye. ‘Hayır’ dedi. Adem’i en son gördüğünde bile 20 yaşından fazlaymış. ‘Otuzun üstündedir’ dedi.”

 Çetin’in sıkıntılı hali Pamir’in gözünden kaçmadı. “Buradaki sorun ne?”

“Adem Yılmaz, yani Mahmut Yılmaz’ın oğlu Adem Yılmaz 2006 yılında teröristler tarafından şehit edilmiş.”

 Tüylerinin diken diken olduğunu hissetti Pamir. Omuzlarına binen ağırlığın sersemliğiyle arkasına yaslandı.

“Mahmut Yılmaz, Üst Teğmen Mesut Kiraz’ı şehit edenlerin hesabını görmek isteyerek Tim’le birlikte örgütün peşine düşüyor. İki yılın sonunda bunu başarıyor. Fakat eve geri döndüğünde oğlunun ve karısının cesediyle karşılaşıyor. Kendisi de 2011 yılında bir çatışmada şehit düşüyor.

 Biz iki teori yürüttük, Başkomiserim. Birincisi: Yurdagül, hayatına giren bu adama aşık olmuştu. Ama adamın adını annesi bilmesin diye, böyle bir yalan söyledi. Hani annesinin de tanıyıp güvendiği biri olursa karışmaz diye. Gerçi sarhoşken ne kadar iyi yalan söylenilir, bilemiyorum..

 Bu teorinin sonucunda, Yurdagül ve gizemli aşığı birlikte kaçıyor ve sonrasında bir problem çıkıyor. Adam özünde bir psikopat ve onu öldürüyor. Bu tarz olaylara sıkça rastlıyoruz.”

“İkinci seçenek?”

“İkincisi: Bu gizemli adam Yurdagül’e kafayı takmış bir psikopat ve kendini Yurdagül’ün söylediği gibi tanıtıyor. Sonuçta Mahmut Yılmaz aile dostuydu. Böylece Yurdagül’ün hayatına girmeyi başarıyor. Ama gerçek adı ne, ya da sonrasında neler oluyor, nereye kayboluyor bilmiyoruz. Her kimse, yaptığı planda son derece başarılı olmuş.”

 Pamir ellerini birbirinden ayırarak, dirseklerini masaya dayadı. “Belki de adamın adı gerçekten Adem Yılmaz’dır.”

 Çetin düşünceli bir şekilde yerinde kımıldandı. “Biz adamı bulamadık, Başkomiserim. Başka bir bilgi de edinemedik. Sizin bunu başaracağınıza eminiz,” dedikten kısa süre sonra ayağa kalktı, Pamir’le tokalaşıp odadan çıktı.

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın:

[instagram-feed]