SARI ORKİDE – BÖLÜM 19

“Mavi Kış”

   5 Ay Sonra

   Annesi boşandıktan sonra ayrı eve çıkmıştı. Evi, Erman’ın iş yerine yakın olduğu için Mehtap gündüzleri onunla geliyor, iş çıkışı birlikte eve dönüyorlardı. Annesi şimdi işteydi, Mehtap evde yalnızdı ve emekleyen bebeğini sevgiyle izliyordu. Sekiz aylık olan minik Ahu, Mehtap’ın en büyük başarısıydı. Ondan önce iki bebek kaybetmiş, kalbi paramparça bir kadındı. Şimdi kızı o kalbi tekrardan onarmış ve ona hayat vermişti. Erman’la zaman zaman laf dalaşına giriyordu ama Ahu’ya hamile kaldığı gün biten şiddet tekrar başlamamıştı. Her karı koca gibi kavga ediyorlardı. Hatta Erman, Ahu uyuyorsa sesini bile yükseltmiyordu. Kocasına aşık olmamasının dışında hiçbir sorun yoktu. Zaten her evlilik bir süre sonra aşkı öldürmüyor muydu? Kaç kadın kocasına ilk günkü kadar aşık kalıyordu? Hele de Türkiye de…

 İki ay önce Ahu’ya altı ay kınası yapmıştı. Hayatının en güzel günüydü. Eylül yüzlerce fotoğraf çekmişti. Her birine ağlayarak bakmış, böyle tatlı bir kız doğurduğu için kendiyle gurur duymuştu. Oysa Ahu, tam anlamıyla oğlana benziyordu. Sokakta kadınlar onu “paşa” diye seviyor, Mehtap gözlerini devirerek geçip gitmelerini bekliyordu. Eylül bile kel kızıyla “yakışıklı” diyerek dalga geçiyordu. Saçı olmadığı için toka da takamıyordu. Ama üstüne hep pembe giydiriyor, yine de yabancıları kız olduğuna ikna edemiyordu. Sanki annesi Mehtap değilmiş gibi, “Aa, nasıl kız olur, oğlana benziyor,” diyorlardı. O yüzden artık insanlara açıklama yapmıyor, gülümseyip geçiyordu.

 Kızı büyüyordu. Onun günden güne nasıl değiştiğini görmek.. Boğazı düğümleniyor, gözleri doluyordu. Dört ay sonra tam bir yaşına girecekti. Nasıl bir doğum günü yapacağını şimdiden düşünmeye başlamıştı. Kızına hayatının en güzel anısını yaşatmalıydı. Tabi kendisine de.

 Kapı çaldı, nihayet Eylül gelebilmişti. “Nerede kaldın? Öldüm açlıktan!”

“Simitlerin çıkmasını bekledim.” Eylül, sıcacık simitlerle ve şen kahkahasıyla içeriye girip, emekleyen bebeğin rahatını hemen bozdu. Beş yeğeni olması Eylül’ü bebek konusunda ustalaştırmıştı. Tek elle Ahu’yu havaya kaldırıyor, Mehtap’sa bu anlara gözlerini yumarak şahit olmamaya çalışıyordu. Bir keresinde Ahu’yu dizinde hoplatarak uyutmuş, taze annenin yüreğine indirmişti. Hele bir de minicik kızını, kolunun altına poşet gibi sokuşturmuyor muydu! Bazen Mehtap, Eylül’le kızını yalnız bırakmaya korkuyordu. Eylül, konu bebekler olunca tam bir çılgındı. Ama anne olma konusunda Mehtap kadar hevesli değildi. Hiçbir zaman onun gibi düşünememişti. Düğünden sonra Serhan’ın Almanya’ya dönmesi ve Eylül’ün İstanbul’da kalması dedikodu kazanını kaynatmıştı. Eylül kiminle karşılaşsa kazan fokurdamadan kurtulamıyordu.

“Kahvaltıdan sonra sana bir şey okutacağım. Sakın unutturma,” dedi Eylül. Mehtap çayı bardaklara koydu ve masaya oturdular.

“Yeni bir şey mi yazmaya başladın?”

“Evet.”

“Konusu ne?”

“Ben ve zavallı evliliğim.”

“Nasıl?”

 Simidinden ısırıp çayından içti. “Son yedi aydır en çok duyduğum cümlelerden ilham aldım ve yazmaya başladım.”

“Ne ki o cümle?”

 Eylül omuzlarını dikleştirip, gözlerini devirerek, “Ayy Eylül’cüğüm, nasılsın güzelim? Düğünden sonra Serhan dönmüş, sen de evde tek başına yaşıyormuşsun, ahh tatlım, nasıl üzüldüm, anlatamam…” diyerek taklit yapmaya başladı. “Ee, bari Serhan geliyor mu? Ay, gelmese ayrı, gelse ayrı dert, diii mi? Bebek yoktur, inşallah? Ah, ya hamile kalırsan, ne yaparsın? Tek başına hamilelik ve annelik, çok zor olur. Eh, hamile kalırsan anne evine dönersin, ne yapacaksın, başka?”

 Mehtap arkadaşının taklidine kahkahalarla gülünce, minik Ahu şaşkınlıkla annesine baktı.

“İşte, bu aptallar ordusunun bana acıyarak söylediği bu cümleler benim ilham perim oldu.”

“Yani?”

“Yani, yeni evlenen ve yalnız kalan zavallı gelin hamile kalırsa ne yapar, adlı kitabımı yazmaya başladım.”

“Umarım adı bu olmaz,” diyerek güldü.

“Hayır, aslında adını Yalnız Anne koymuştum ama sonra birkaç bölüm yazdım ve adını Mavi Kış olarak değiştirdim.”

“Güzel! Beğendim. Eminim okuyunca da çok beğenirim.”

“Sonra da senin hayatını yazacağım. Ama bu kez kurgu olmayacak.”

“Git işine, Eylül. Sakın yazayım deme. Rezil oluruz, valla.”

“Niye rezil olacakmışız?”

 Sessizce omuzlarını silkti.

“Kimse bizim yaşadıklarımızı yaşamadı, Mehtap. Onları biz yaşadık. Sen yaşadın. Yalnız evliliği ben yaşıyorum. Ne yani geçmişimizde erkekler oldu diye rezil mi olacağız? Acı çekmiş olmak, ergenlikte hata yapmak, sevmek, sevilmeyi istemek yanlış mı? Biz rezil olacak hiçbir şey yapmadık. Sevdik, herkes gibi. Unutmak istedik, unutamadıkça hata yaptık. Hatalarımızın bedellerini acıyla ödedik. Kayıplar yaşadık, çılgınlıklar yaptık, sıkça evden kaçtık, ailelerimizden gerçekte kim olduğumuzu sakladık; çünkü onların istediği uslu kız çocukları olmayı istemedik. Ama biz ikimiz, Mehtap: Sen ve ben, bizim dostluğumuz yazılmaya değer. Rezil olan ne biliyor musun? Bizi yargılayan tüm her şey. Kimse kimsenin iç dünyasında neler olduğunu bilemez. Gözün gördüğü her zaman doğru mudur? Hayır.”

“Yani kötü kız değil miydik?”

“Kötü kız mı? Neye göre, kime göre? Biz kime kötülük yaptık? Kendimizden başka. Kimseye.”

“İyi yaz ama benim hayatıma kurgu ya da fantastik şeyler karıştırma. Seni bilirim, dayanamazsın kurgu eklersin. Kendimi uçan ve gözlerinden alev atan biri olarak okumak istemiyorum.”

“Tamam tamam. Seninkini saf yazacağım. Mavi Kış da bolca kurgu var.”

“Ya sen Mavi Kış’ı yazarken, hamile kalırsan?”

“Kalmam. Ben öyle kolay kolay anne olmayacağım.”

“Ne var biliyor musun, sen anne olsan, dünyada en çok çocuğunu seversin ve mükemmel bir anne olursun.”

“Bu yüzden de olmak istemiyorum.”

“İyi be başlama yine. İstediğin vakit ol sen. Aman istemeden olma. İşimiz olur yoksa.”

 Gözlerini devirerek başını salladı Eylül. Anne olmak, Eylül’ün bu hayattaki en büyük korkusuydu. Birçok nedeni vardı ama dile getiremezdi. Söylerse, gerçek olur diye korkuyordu. Bu yüzden ‘çocuk karşıtı’ davranmak kolayına geliyordu.

  O günün gecesinde Eylül’ün telefonuna Mehtap’tan bir fotoğraf geldi. Eylül kaşlarını çatarak, arkadaşının ne attığını anlamaya çalışıyordu.

“Yanlış kişiye gönderdin sanırım,” diye mesaj attı.

“Hayır, birkaç fotoğraf daha atacağım,” yazdı Mehtap.

“Ne bu? Ya da şöyle sorayım, bunlar kim? Bana niye gönderiyorsun?”

 Mehtap’ın attığı fotoğrafta bir kadın ve bir adam vardı. İkisinin üstünde de sadece külot vardı ve kadın adamın kucağında oturuyordu, yüzleri görünmüyordu. Fotoğraf telefonun ön kamerasıyla, kadın tarafından çekilmişti.

“Kendi telefonumdan silmek zorundayım ama kanıt için ihtiyacım olabilir. Sakın silme, atacaklarımın hepsini sakla. Bir sonraki fotoğrafta yüzleri de var.”

“Ne için kanıt?”

“Boşanmak için.”  

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın:

[instagram-feed]