CİNAYET TOHUMU / Bölüm 26

“Beyaz lale, saflığı temsil eder. O masumdur. Ben buradan şunu çıkartıyorum: ‘Bu ölen masum’. Sarı lale, umutsuz aşkın simgesidir. Sevgiyi, hoşgörüyü temsil eder ama bu sevgi tek taraflıdır. Ben buradan şunu anlayabilirim: ‘Ölen, ya tek taraflı bir aşka tutulmuştu ya da biri onu tek taraflı seviyordu.’ Evet, masumdu ama bir yerde canını yaktığı biri vardı.” Duraklayarak iç çekti Fulya. “Katili, tek tek ölen insanlardan yola çıkarak aradınız mı? Yoksa hepsini birbirine bağlayan şeyin peşine mi düştünüz?”

  Pamir hariç hepsi toplantı masasındaydı. Sedat Amir hepsini istemişti toplantıda. O yüzden Begüm ve Başar işlerini yarım bırakıp gelmişti. Pamir’in oturduğu sandalyede Sedat Amir vardı ve hemen yanında Fulya. Ötekiler yerli yerindeydi.

  Fulya’nın sorusuna cevap gelmeyince konuşmaya devam etti. “Bana kalırsa, bu dosyanın tek bir zanlısı yok. Örneğin şuan önümde duran Pervin Geray. Belki de onu platonik aşığı öldürdü. Bana akıl vermek düşmez ama bence tek tek dağılıp, dosyayı parçalamalısınız. Lale Dalı Cinayetleri adı altında değil de, Pervin Geray Cinayeti gibi.”

“Aslında,” diyerek araya girdi Orhan. “Şimdi sen konuşurken düşündüm de, Pervin’i bulan bir güvenlik görevlisiydi. Adamın hal ve hareketleri biraz tuhafıma gitmişti. Üstelik Pervin hakkında çok şey biliyordu. O adamı Pamir’in daha iyi gözlemlediğinden eminim. Mutlaka dikkatini çekmiştir. Bence Pamir de burada olmalı.”

“Şimdilik onun burada olmasına gerek yok,” dedi Sedat Amir. “Zaten Mithat’a işi olduğunu söyleyip gitmiş. Bırakalım da işini yapsın.”

  Fulya’nın bileğine kelepçe takabildiği için öfkeliydi Sedat Amir. Kızı gibi seviyordu Fulya’yı. Pamir’in bu yaptığını, kızına yapılan bir hakaret olarak algılamıştı. Tabi kimse Pamir’in neden bunu yaptığını sorgulamıyordu. ‘Ya Pamir haklıysa?’ diye sormuyorlardı. Sahi, ya Pamir haklıysa?

“Sen devam et Fulya,” dedi Sedat Amir, Uysal Uçkan’ın dosyasını göstererek.

 Şöyle bir yazılara göz attı Fulya. “Pembe lale. Bir erkeğin bileğinde olduğuna göre, şiddetli bir mesaj var burada. Gözden atlanmaması gereken bir mesaj. Pembe lale anlayışı, şefkati ve sadakati temsil eder. Uysal hakkında anlatılanlara göz atınca bu adamın pek de anlayışlı, şefkatli olmadığını görüyorum. Demek ki bu adam tersiydi. Anlayış göstermediği, şefkatli olmadığı için öldürülmüş. Ama burada bir çelişki var. Madem ölümü hak ediyordu. Neden sağ bileğinde beyaz lale vardı? Belki de Uysal’ın kimsesiz olduğundan kaynaklanıyordu. Kim bilir, belki Uysal da kimsesiz bir çocukken eziyet görmüştü. Ne gördüyse onu uyguluyordu çocuklara. Yani özünde masum bir insandı ama yine de Uysal, çocukları döverek pembe laleyle ölmeyi hak etmişti. Burada bir hak ediş var. Bence kesinlikle Pervin’le Uysal’ın katili aynı kişi değil.”

“Bölüyorum ama,” diyerek araya girdi Mithat. “Söylediklerine göre tek bir kişi aramıyoruz? Birden fazla katilimiz var?”

“Bu sadece benim fikrim.”

“Sara için ne diyorsun?” diye sordu İnci. “Daha üç yaşında.”

 Uysal’ın dosyasını bırakıp, Sara’nınkini aldı. “Bu beni aşar. Katil her kimse, Sara’nın tamamen masum olduğunun bilincinde. Gaddar ama masumluğu kabul eden, kendince alçak gönüllü biri.”

 Birkaç saniye sessizlik oldu.

 Nihayetinde sessizliği Orhan bozdu. Hafifçe öksürüp masaya doğru eğildi, sıradaki dosyayı Fulya’ya uzattı. “Arkadaşın olduğunu biliyorum ama sırada Arcan var.”

 Yutkunarak aldı Fulya dosyayı. “Arcan iyi biriydi. Ailesi de öyleydi. Onun ölümünün ardında ailesi olduğunu düşünmüyorum. Belki de Ercan Amca haklıdır: Onu, sevgilisi öldürmüştür.” Omuz silkip lalenin rengine baktı. “Siyah.. Siyah lale yoktur. O bir efsane. Mor lalenin genetiğiyle oynanmış olabilir. Ki zaten siz de katilin bir kimyager olabileceğini söylemiştiniz. Doğru olabilir. Herkes lalelerin tohumlarıyla ve genleriyle kolaylıkla oynayamaz. Siyah lale, benim fikrimce gizemi anlatmak istemiş. Burada ne gibi bir sır var bilemiyorum. Ama bence açığa çıkması gereken büyük bir sır var. O sır için öldürülmüş olabilir Arcan. Belki de katil babasının düşmanlarından biri. Ercan Amca başarılı bir adam. Düşmanı çok olan biri. Mutlaka sırları da vardır.”

“Şöyle ki, Arcan’dan sonra ölen kişi Tulü Ray’ın ardında bahsettiğin gibi büyük bir sır vardı. Pamir bunu açığa çıkardı. Tulü’nün annesi ve babasıyla ilgili. Ama Pamir katilin babası olduğunu düşünmedi.” Dosyaya uzanıp Fulya’ya uzattı Orhan. “Baktığında anlarsın zaten.”

 Dosyayı alıp baktı. “Pamir’in her düşüncesi doğru olsaydı, ben şuan savcı karşısında olurdum.”

 Bir anda ortama garip bir gerginlik bulutu çöktü. Başar olduğu yerde kımıldanıp, konuyu kapatmak istercesine, “Işıkhan’ı ölürken gördük,” diye atıldı. “Yani altıncı kurbanı.”

 Fulya kaşını kaldırıp Başar’a baktıktan sonra elindeki dosyaya geri döndü. “Kahverengi lale, siyah gibi var olmayan bir laledir. Katil, bu iki ölüme dikkat çekmek istemiş. Çünkü az önce dediğim gibi, bence ortaya çıkmasını istediği sırlar var. Öte yandan kahverengiyi renk olarak açıklarsak: Toprağı temsil eder, yani doğallığı. Siyahsa gücün ve tutkunun simgesidir. Tulü doğal biriydi demek ki. Saf, kendine has bir doğallığı vardı ve burada da yazdığı gibi tek amaç uğruna yaşıyordu.

 Arcan da tutkulu bir aşk yaşıyordu. Ölümü, tutkulu yaşadığı aşk yüzünden olabilir ya da ailesinin gücü yüzünden. Tulü için fazla bir şey diyemiyorum. Doğallık nasıl ölüm getirebilir?” derin bir iç çekip, “Işıkhan nasıl öldü?” diye sordu, Başar’a bakarak.

 Işıkhan’ın ölüm anını ve sonrasında olanları tek tek anlattı Başar. Tıpkı kocası gibi parmaklarını çenesinde gezdiriyordu. Orhan’la Mithat birbirine bakıp bıyık altından güldüler.

“Çocukların beynini yıkıyor olabilirler mi?” diye sordu Fulya.

“Benimde aklıma öyle geldi,” dedi  Sedat Amir. “Hem Sara’nın gecenin bir vakti çıkıp gitmesi, hem de Işıkhan’ın ölüm anı…”

“Neden bir çocuk, lalenin tohumu olduğunu düşünür?”

 Yaklaşık beş dakikadır Mithat’ın cebindeki telefon titreyerek ona işkence ediyordu. En sonunda öksürerek ayağa kaldı. “Amirim, ben beş dakika çıkabilir miyim?”

“Neden?”

“Telefonum çalıyor da.”

 Sedat Amir bir şey söylemek yerine açması gerektiğini ifade eden bir  bakış attı. Mithat aklından onu arayabilecek onlarca kız ismi geçirirken, “ne olur onlardan biri olmasın” diyerek yalvardı. En sonunda telefonunu çıkarıp Pamir’in adını görünce hem rahatladı hem de yeniden gerildi. “Başkomiserim arıyor.”

“Hoparlörde aç,” dedi Sedat Amir.

 Hoparlörü açarak yanıtladı Mithat telefonu. “Buyurun Başkomiserim?”

“Defalarca aradım! Niye açılmıyor o telefon!”

 Pamir’in sesi Fulya’nın kalbini bir kez daha parçalamıştı. Ona kırgındı ve bir o kadar da aşık…

 Amirinin yüzüne baktı Mithat. “Özür dilerim Başkomiserim,” deyip geçiştirdi.

“Evinde misin?”

 Sedat Amir, ‘evet de’ dercesine başını sallayınca “evet” dedi Mithat.

“Kimseye bir şey söylemeden yanıma gel. Ercan Ulus’un evindeyim. Arcan’ın ölümünü çözdüm.”

“Yani katili mi buldunuz?”

“Soru sorma Mithat. Adresi biliyorsun değil mi?”

“Biliyorum evet.”

“Oyalanma.”

“Emredersiniz Başkomiserim.” Telefonu kapatıp, ayaklanan Sedat Amire baktı.

 Sedat Amir, “Siz, İnci ve Begüm’le devam edin,” dedi Fulya’ya. “Biz gidiyoruz.”

“Ama Başkomiserimin ne dediğini duydunuz, Amirim?” diye geveledi Mithat.

“Pamir’den bu kadar korkmayın. Gidiyoruz. Bitti!”

 Böylece Sedat Amir, Orhan, Mithat ve Başar toplantı odasından çıktı.

“Kahve içelim mi?” dedi İnci. Fulya’nın kırgın olduğunu biliyordu.

  Kahveler gelene kadar sessizce oturdular. İçi üşüyordu Fulya’nın. Fakat giyinmekle geçmeyecekti üşümesi. Onun Pamir’e ihtiyacı vardı. Tanıdığı Pamir’in ona sarılmasına… Ancak o zaman ısınabilirdi. Kahvesi önüne koyulana dek Pamir’i düşündü. Ona aşık olduğu anı, en yakın arkadaşı Cansu’nun düğününde nasıl da onu kurtardığını… Ne korkunç bir düğündü! Hayatının koca bir parçasını o düğünde kaybetmişti: En yakın arkadaşını!

 Pamir ve Fulya’yı bir araya getiren şey, kayıplarıydı. Erdem, Pamir’in; Cansu da Fulya’nın en yakınıydı. Cansu doktordu, Erdem de Pamir gibi bir polis. Bir çatışmada vurulmuş, gittiği hastanede onu Cansu tedavi etmişti. Onları bir araya getiren şey, ufak bir mermiydi. Fulya ve Pamir’i bir araya getiren şeyse, mermi yağmuru olmuştu. Cansu’yla Erdem’in düğününde silahlı çatışma çıkmış, çok sayıda kişi ölmüştü. Fulya vurulacağı sıra Pamir öne atılmış ve sırtına aldığı mermiyle Fulya’nın üstüne yığılmıştı. Bayılmadan önce Fulya’ya öyle bir bakmıştı ki, aşkları tam da bu an başlamıştı. Sonrasında aynı acıyı paylaşmıştı ikisi, en yakınlarını toprağa vererek: Erdem’i ve Cansu’yu.

 Fulya ne zaman onların düğün gününü hatırlasa, sarsıla sarsıla ağlardı. Acısı hiç dinlemişti. Şimdi de aynı acıyı duyuyordu. Üstelik bu kez canı daha çok yanıyordu. Evet, Pamir için her şeyi yapabilirdi. Katil de olabilir miydi? Bunu bile sordu kendine. Kocasının aradığı Lale Dalı Cinayetlerinin zanlısı kendisi miydi?

 Bir anda iki eli birden ısındı. Birini İnci, ötekini Begüm tuttu. “Dosyaları kapatalım mı?” diye sordu İnci. “Kadın kadına konuşalım?”

 Başını hayır anlamında iki yana salladı. “Son iki dosya kaldı. Sıradakini verir misin?”

“Lalehan Arasın. Al işte burada.”

 Dosyaya bakarken iç çekti. “Alacalı lale, bence lalelerin en güzeli.”

“Neyi temsil eder?”

“Gözlere duyulan ilgiyi anlatır. Lalehan’ın gözleri ne renkmiş?”

“Bakayım,” diyerek otopsi raporuna göz attı. “Yeşil,” dedikten sonra sordu. “Ölümüyle ilgili tahminin ne?”

Düşünceli bir edayla kafasını kaşıdı Fulya ve, “Lalehan dün Emirgan da mı öldü?” diye sordu. İnci olumlu anlamda başını sallayınca, gece Pamir’in apar topar evden gidişini düşündü. Gözlerini yumup nefes aldı. Gözkapaklarını tekrar araladığında başını iki yana salladı, “Bir tahminim yok,” dedi.

 İnci son dosyayı eline alırken masaya tekrar bıraktı. “Gencay’ı zaten biliyorsun. Mor lale?”

“İlk görüşte aşk.”

“Ama laleleri bir çocuk vermişti değil mi?”

“Evet..” derken bir anda hepsi birbirine baktı. Üç kadının da düşündüğü şey aynıydı.

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın:

[instagram-feed]