CİNAYET TOHUMU / Bölüm 2

CELLAT

    Tüm herkesi acımadan, gözünü dahi kırpmadan katletmişti. Elleriyle yapmıştı.

  Ellerini küflü duvara sildi. Tek damla kan zerresi kalmaksızın küfe buladı. Gidecekti, en uzağa, bilinmezliğe doğru sürükleyecekti kendini. Fakat henüz bitmemiş, yaşayan bir kişi kalmıştı. Bir süre sonra onun için geri gelecekti. Şimdi gidiyordu. Boynundaki siyah deri kemeri çıkardı, yerde sürüklemeye başladı. Kemerden damlayan kan, sokağın sonuna kadar iz bıraktı.

  Sokağın bitimine geldiğinde, kemeri elinden düşürdü. Gözünün ucuyla, yılan misali kıvrılan kemere baktı. Onun için dönecekti. Son öldüreceği kişi O olacaktı. Sonra duracaktı. Durmalıydı.

  Kemerin son deliğine baktı. Duramayacağını hissetti. Birini öldürmek, daha fazlasını öldürme isteğini doğurmuştu, belki de bu yüzden hepsini katletmişti.

“Yo hayır!” dedi, kemerin son deliğine bakmaya devam ederken. “Hepsi hak etmişti!”

  Başını sola çevirdi. Gitmek için bir adım atmıştı ki ansızın geri döndü. Yerdeki kemeri aldı ve sonra hızla soldaki, iki bina arasında kalan dar yola girdi. Gözden kayboldu.

BÖLÜM 2

   Çıkmaz sokağın girişindeki gecekondunun etrafı korumaya alınmıştı. Girilmez yazan siyah bandı geçmeye çalışan hiçbir mahalleli yoktu. Polis araçlarının haricinde araba da yoktu. Adeta, sokak terk edilmişti.

  Evin kapısında duran üniformalı polis bir ağız maskesi uzattı.  Pamir maskeyi almaksızın evin içine girdi. Ayağını evin içine atmıştı ki, “Yavaş Başkomiserim!” diyen olay mahalli inceleme ekibinin sesiyle irkildi. Sokak kapısının arkasında, boylu boyunca uzanmış genç bir adam vardı. Hiçbir tepki vermeden, yerdeki kan gölünü atlayarak geçti.

  Sokak kapısı, dar ve karanlık bir hole açılıyordu. Kapının arka tarafında, evin en büyük odası olan salon vardı. Pamir oraya girdi. Gözünün görebildiği her yer kanla kaplanmıştı. Duvarlar, halı, koltuklar.. televizyon dahi kan içindeydi. Yaşlı bir adam tekerlekli sandalyesinde, defalarca bıçaklanarak öldürülmüştü. Sandalyeden aşağı sarkan elinden akan kan, yerdeki kadınla birleşmişti. O da en az adam kadar yaşlıydı ve başına aldığı darbe yüzünden ölmüştü.

 Pencerenin dibinde, muhtemelen kaçmaya yeltenen, orta yaşta bir adam yatıyordu. Başı defalarca ezilmiş olduğundan, yüzü tanınabilecek halde değildi.

 İnceleme ekibi büyük bir dikkatle çalışıyordu.

“Anlayamıyorum Amirim, bu nasıl bir vahşet!” diyerek içeri girdi Orhan. Hemen arkasında Sedat Amir vardı, Pamir’i görür görmez, “Geldin mi Pamir?” gibilerinden bir şey mırıldandı. Pamir anlamaya çalışan bir ifadeyle amirine bakınca, yüzü dehşetle gerildi Sedat Amirin. “Masken nerede!”

 Başını iki yana salladı Pamir. “Gerek yok, Amirim.”

 Salonun karşısındaki odayı işaret etti Orhan. “Yatak odasında bir kadın ve tahmini beş yaşında bir çocuk var.”

 Pamir için ‘çocuk’ kelimesi karşı odaya varmasına yeterli olmuştu. Orhan’ın cümlesini bitirmesini beklememişti. Yatakta yarı çıplak, elleri ve ayakları bağlı şekilde yatan bir erkek çocuğu vardı. “Ona ne olmuş?” dedi gayri ihtiyari.

“İşkence görmüş, Başkomiserim,” diye yanıtladı, inceleme ekibinden bir polis.

 Yavaşça yaklaştı Pamir. Çocuğun göğsündeki sigara izmaritinin izini görebiliyordu. Çocuğun yüzü korkudan kasılmış ve öylece kalakalmıştı. Odada sadece kan kokusu değil, başka bir koku daha vardı. Kaşlarını çatarak odadaki havayı kokladı.

“Çocuk, Başkomiserim,” diye işaret etti polis. “Korkudan altına yapmış olmalı.”

 Elleri yumruk şeklini aldı Pamir’in. Çocuğun yolunan saçları yastıktaydı. Siyah saçlı, güzel yüzlü bir oğlandı. Kim, ne istemişti ufacık bir çocuktan! Dişlerini var gücüyle sıktı Pamir. Yatağın karşısında, tekli koltuğa sıkıca bağlanmış kadına dönüp baktı. Genç ve güzel bir kadındı. Çocuk, aynı kadına benziyordu. Kadının ağzından kirli bir bez, çenesine doğru sarkıyordu.

 Pamir, polise bakmaksızın ondan bir eldiven istedi. Uzattığı eline konan eldiveni giyip kadının ağzındaki bezi çıkarttı. Beze sarılmış küçük top zıplayarak özgürlüğe kaçtı. Bezi koltuğun sapına bırakıp yaklaştı. Kadının yanağındaki pürüzlüğün, gözünden akan yaştan ötürü olduğunu anlayabiliyordu. Omuzlarından dolanmaya başlayan denizci ipi, beline kadar onu sarmıştı. Başka bir ip, koltukla kadına birlikte dolanmıştı.

“Nasıl bir manyak, bir anneye, çocuğuna yapılan eziyeti izlettirecek kadar aklını kaçırabilir!” diyerek yanına geldi Orhan.

 Sessiz kaldı Pamir ve kadının ölüm yerine, boğazına baktı. Boğazında ufak bir kesik vardı, kadın kaybettiği kan yüzünden ölmüştü. Her şey açık ve netti, otopsiye gerek dahi yoktu. Doğrulurken, elindeki eldiveni çıkarttı Pamir. “Başka ölü var mı?”

“Banyoda bir adam daha var.”

 Hızla koridora çıktı. Solda banyo, sağda mutfak vardı. Holün sonu bahçeye açılıyordu. Etrafa bakmaksızın banyoya girdi. Anadan üryan bir adam, küvetteki kanlı suyun içinde yatıyordu. 

“Dört bileği de kesik, Başkomiserim,” diyen Polis Memuru, klozeti gösterdi. Uzanıp baktı Pamir. Adamın ayakları ve elleri klozetin içindeydi. “Muhtemelen boğularak ölmüş,” diye devam etti Polis.

 Başını iki yana sallayarak koridora çıktı Pamir ve bir polis memuruyla çarpıştı. “Ne bu acele?”

“Özür dilerim, Başkomiserim,” eliyle omzunun arkasını, mutfağı işaret etti. “Bir ceset de burada varmış.”

“Tamam, sen Amirime haber ver,” deyip mutfağa girdi. Hiçbir yerde kan lekesi yoktu. Etrafa baktı, cesedi göremedi. Eski dolapları olan, küçük bir mutfaktı. Tam geri çıkacağı sıra, bir kiler olduğunu fark etti. Yavaşça kapıya doğru yürüdü. Üstleri açık iki buzluk vardı kilerde. Biri tıka basa et doluydu. Öteki ise…

 Ağır adımlarla yaklaştı. Polisin bahsettiği ceset buzluğun içindeydi. Bir kadındı. Ayakları ve elleri bağlanmıştı. Beyaz saçı yüzünü kapatıyordu. Üstünde çok eski, yamalı bir elbise vardı.

 Nedenini anlayamadığı bir şekilde gerildi Pamir. Kalbinin sıkıştığını hissedebiliyordu. Elini, kadının saçına uzattı, yavaş bir hareketle saçını yüzünden çekti. Ağzı bağırmasın diye bağlanmış, gözleri sıkıca yumulmuştu. Yanağında buz tutmuş iki damla vardı.

  Pamir, kadının yanağındaki yaşta kaybolmuştu…

“Neden ağlıyorsun, anne?”

“Sen artık sussana!”

“Bana neden bağırıyorsun, anne?”

“Sus be çocuk! Sus!”

“Ben susunca, beni seveceksen susarım, anne.”

“Sus Pamir, ne olur sus artık.”

“Sen de sus o zaman, ağlama sen de.”

“Kapa çeneni!”

 “Pamir? Pamir evladım iyi misin?”

 Sedat Amir elini, omzuna koymasıyla, sıçradı Pamir. Aklını toparlamak istercesine nefes alıp boğazını temizledi, “İyiyim,” diye mırıldandı. “İyiyim Amirim.”

  Pamir’in sesindeki soğukluktan ziyade, elinin yumruğu dikkatini çekti Sedat Amirin. Yanında duran Orhan’a bir bakış attı.

“Bizim yapabileceğimiz bir şey şimdilik yok. Biz çıkabiliriz, Amirim,” dedi Orhan. 

“Hadi o halde, gidiyoruz!” diyerek elini, Pamir’in sırtına vurdu ve hızla yürüdü, Sedat Amir.  

  Hiçbir yere dokunmadan ağır adımlarla evden çıktılar. Dışarı çıkar çıkmaz temiz havayı ciğerlerine doldurdu Pamir ve parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. Dönüp bir kez de sokaktan baktı eve.

Buzluktaki kadın öldürülmemişti, donmaya mahkum edilmişti.

2 Comments

  1. Kübra says:

    Nefesimi tutarak okudum . Sanki olay yerindeymişcesine. Harika bölümdü.

  2. Nurcan ASKAR says:

    Gerçekten çok akıcı nasıl devam edicek merak ediyorum 👏👏👏🙄

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın: