CİNAYET TOHUMU / Bölüm 11

BÖLÜM 11

  Saat sabahın sekiziydi. Pamir kahvaltı etmeden çıkmıştı evden. Uzamadan Aslanoğlu ailesinin katilini bulmak istiyordu. İhsan’ın Nurperi’yi gizlemiş olmasına çok sinirlenmişti. Evinden çıkar çıkmaz soluğunu İhsan’ın evinde aldı. Ona emniyetin dışında, gerçekleri anlatması için son bir şans verecekti. Ama aslında o şansı kendine veriyordu. Emniyetin bir süre daha Nurperi’yi bilmesini istemiyordu. Adeta Pamir’in de bu mahalleliden farkı kalmamıştı. Ama şimdi bunları düşünmek istemiyordu.

 İhsan uykulu gözlerle kapıyı açıp, karşısında Pamir’i görünce şaşkınlıktan konuşamadı. Fakat Pamir herkesi korkutan öfkesini İhsan’a göstermekten çekinmeyerek konuşmaya, daha doğrusu bağırmaya başladı. Ona neden yalan söylediğini, isterse hemen şimdi onu tutuklayabileceğini haykırırken İhsan pusuya çekilmiş bir kedi gibi öylece dinledi. Ta ki Pamir, Nurperi’nin yengesi olduğunu söyleyene dek. Adını duyar duymaz, aynı yan komşusu gibi beti benzi attı İhsan’ın ve Pamir’in yeniden konuşmaya başlamasına fırsat vermeden onu içeri davet etti. Zaten çoktan, cama çıkmış meraklı komşularına meze olmuşlardı.

 İçeri girdiklerinde Pamir, İhsan’a ağabeylerini sordu. Fakat İhsan gelmediklerini söyledi. Oysa ki dün Bedirhan, geldiklerini söylemişti.

 Karşılıklı çekyatlara oturunca anlatmaya başladı İhsan. “Nurperi, piyasada Peri olarak tanınır. Eğer araştırırsanız yalan söylemediğimi görürsünüz. Hayat kadınıdır. Yirmi yıl önce mi ne, bir baskında tutuklanmış. O baskında amcam da varmış. Onunlaymış. Amcamı, babam kurtarmış karakoldan. Amcamın müdür kimliği zedelenmesin diye,” bir anlığına sustu, Pamir’in öfkesini kontrol ederek yavaşça, “Polise rüşvet vermiş,” dedi. Tepki vermedi Pamir. İhsan rahatlayarak devam etti. “Her şey normale dönmüş, kısa bir süreliğine. Hatta amcam genel evlerden uzak durmuş. Ama sonra bu Peri çıkıp gelmiş. Başına bela olmuş. Amcam adı çıkacak mahallede diye, karım diyerek eve aldı onu. Ama evli değiller. Hatta sürekli kalmaz evde. Arada bir gelir, amcamdan para falan alıp geri giderdi.”

 Kerim’in ve annesinin anlattıklarını düşündü Pamir. Sakince soyadını sordu. Bilmediğini söyledi İhsan. Bunun üstüne, “Evin buzluğundan çıkan kadın cesedi, O olabilir mi?” diye sordu.

“Peri’yi en son gördüğümde kızıl saçları vardı. Üstelik buzluktaki kadın kadar yaşlı değildi. Sanmıyorum.”

“Sen şimdi Peri’yi nerede bulacağımı da bilmezsin?”

“Bilmem, evet.”

“Abilerin ne zaman dönecek? Bunu biliyorsundur herhalde.”

“Valla bilmiyorum ki.”

 Başını tamam dercesine salladı Pamir. İhsan hala yalan söylüyordu. Buzluktaki kadın kesinlikle Peri’ydi. Yani Aykut’un karısı Nurperi. İhsan’la daha fazla vakit kaybetmek istemeyerek ayaklanıp evden ayrıldı.

  Emniyete ilk gelen Orhan olmuştu. Çalıştıkları masada, Başar horlayarak uyuyordu. Masanın altında bir sırt çantası vardı. Orhan, Başar’ı görünce geri döndü, iki tane orta şekerli Türk kahvesi söyleyip Başar’ın yanına gitti. Yavaşça karşısındaki sandalyeyi çekip oturdu. Oldukça yorgun görünüyordu Başar, yerdeki çantasına bakılırsa geceyi burada geçirmişti. Kahveler gelene kadar kollarını bağdaş yapıp Başar’ı izledi.

 Çaycı Haydar’ın kahveleri getirip masaya koymasıyla uyandı Başar, şaşkın bakışlarla kafasını, masaya dayadığı kollarından kaldırdı. “Komiserim, şey ben,” diye geveleyip Haydar’a baktı.

“Kahveden fazlasını isterseniz getireyim?” diye sordu Haydar.

“Sağ olasın Haydar abi, zahmet etme, kahve yeterli,” dedi Başar, mahcup olarak.

Haydar’ın odadan çıkmasıyla, geceyi burada geçirip geçirmediğini sordu Orhan. Başar öyle çok utanmıştı ki, yanakları kızarmıştı. Orhan’dan, Pamir’e söylememesini rica edince, kahvesine uzandı Orhan. “Pamir sandığın kadar gaddar bir adam değil,” diyerek kahvesinden bir yudum aldı. “Ne oldu gece?”

 Başar da kahvesini eline alıp içti ve sonra anlatmaya başladı. Ev arkadaşının tayini çıkmış ve üç gün önce gitmişti. O da tek başıma kirayı ödeyemeyince, ev sahibi kapının önüne çantasını koymuştu. “Gidecek yerim olmadığından buraya geldim, Komiserim ama bugün kendime yer bakacağım.”

 Orhan ona kızmamıştı. Emniyette kalmış olması onun için sorun değildi ama Başar’dan kiracı haklarını kullanmasını istedi. “Bu şekilde bir insan kapının önüne konamaz,” dedi.  

“Uğraşmaya değmez Komiserim. Adam, Pamir Başkomiserimden bile aksi.”

“Pamir’i bu kadar kafana takma,” diyerek güldü Orhan, güldüğünde yanaklarında çukur oluşuyordu. “Kahvelerimizi bitirip dışarıya çıkalım. Adli tıbbı ziyaret edelim Pamir gelmeden. Yoldan simit alırız,” dedikten sonra odayı kaplayan tek ses, kahvenin mideye ulaşma yolculuğuydu.

  Yaklaşık bir saat sonra, olağanüstü bir sessizlikle, Pamir ve Orhan hariç, diğerleri aynı masada oturuyordu. Orhan adli tıptan döner dönmez elinde raporla Sedat Amirin yanına girmişti.

 Pamir de emniyete gelir gelmez toplantı odasına, ekibin yanına geçti. Sessizliğin içine girince, ifadesini bozmadan, “Sakın bana Sara’nın otopsi raporunda kalp krizi yazıyor demeyin,” diye çıkıştı.

 Pamir celallenmeden Mithat ayağa kalktı ve  Sedat Amirin onu beklediğini söyledi.

 Sedat Amirin gözlerinde huzursuz bir telaş vardı. Orhan’sa oldukça sessizdi.

 Kaşlarını çatarak, Sedat Amirin masasının önündeki sandalyeye, Orhan’ın karşısına oturdu Pamir. Sesini kontrol ederek ne olduğunu sordu.

 Sedat Amir masadaki dosyayı Pamir’in önüne doğru iterek, “Ölümlerin seri cinayet olduğu kanıtlandı,” dedi. Sonra da dosyadaki sayfayı işaret etti.

 Sara’nın bileğindeki lalelerin ikisi de beyaz laleydi. Lalelerinin tomurcuğunda ve dallarında “striknin kreatin” maddesi bulunmuştu. Ciddi bir zehir olan striknin, deri altına şırınga edildiğinde, deri altı dokusundan kolayca içe işler ve etkisini gösterir. Bu şekilde vücuda girdiğinde vücut fonksiyonlarını bozarak solunum yollarını felç ederek kalp krizine yol açar.

 Sedat Amirin önüne attığı raporunun son cümlesini okudu Pamir. “Dalların bileğe dolanması ve deriyi yırtarak kanatması sonucu, zehir şırınga edilmeksizin deri altına işlemiştir. Pervin Geray, Uysal Uçkan ve Sara Rıhtım ‘striknin kreatin’ maddesiyle öldürülmüştür.”

 Sonunda bir bilgi edinmişler ve dosyaya “Lale Dalı Cinayetleri,” adını resmen koyabilmişlerdi.

 “Yurtlar arasında mutlaka bir bağ olmalı. Neye göre kurbanlarını seçiyor, daha kaç kişiyi öldürecek, sırada hangi yurt var; önemli olan bunlar,” dedi Pamir ve çenesini kaşıyıp devam etti. “Bir gün ceset buluyorsak, öteki gün sakin geçiyor. Ölüm saatlerine bakarsak, maktulleri gece öldürüyor. Bir gece cinayet işlerken, öteki gece uyuyor olmalı.”

 Bu fikri onaylayarak, Orhan’dan Mithat’ı çağırmasını istedi Sedat Amir ve Orhan odadan çıkar çıkmaz Pamir’e döndü. “Otopsiyle cinayet dosyası olduğu kanıtlanmış oldu ve şimdi aynı anda iki soruşturma birden senin ekibinde. Aslında birini senden alıp başka ekibe vermem gerektiğini biliyorsun. Ama sana ve ekibine güvendiğim için dosyaların ikisini de sizde bırakıyorum. Fakat fevri davrandığını, öfkene yenik düştüğünü görürsem, dosyanın birini başka bir ekibe veririm haberin olsun,” dedi. Anlaşılan kulağına bir şeyler çalınmıştı.

 Pamir sadece başını sallamakla yetinmeyen sivri dilli bir adam olduğu için yine susamamıştı. “Bu ekibin başına yeni atanmadım, Amirim. Beni de, nasıl çalıştığımı da en iyi siz bilirsiniz. Gidişatım nasıl olursa olsun, sizin önünüze sağlam bir sonuçla çıkacağımı biliyorsunuz,” diyerek ayağa kalktı. “İzniniz olursa kaldığım işe devam etmek istiyorum.”

“Dur, Aslanoğlu ailesiyle ilgili elinde neler var, onları bir konuşalım.”

“İhsan’ın ilk verdiği ifadenin eksik olduğunu buldum. Amcası Aykut’un karşı komşusundan öğrendiğime göre, bir karısı varmış. Ya o kadın,” istemsizce yüzünün rengi değişiverdi. “Buzluktaki kadın, Aykut’un karısı; ya da bir ihtimal, katliamı gerçekleştiren kişi karısı. Bana sorarsanız, buzluktaki kadın, Aykut’un karısı. Bu arada Rıza Aslanoğlu’nun üç oğlunun da elimizde sabıka kaydı var. Henüz diğer iki oğluyla konuşamadık ama çok yakında onların da ifadesi alınacak.”

“Cesetler hala adli tıpta mı?”

“Morgda Amirim. Rıza’nın büyük oğullarının gelmesi bekleniyor.”

 O sırada kapı çaldı ve içeri Mithat girdi. Pamir tekrar çıkmayı istediyse de Sedat Amir izin vermedi, Mithat’a dönüp evini sordu. Kaç odalı, kendi evi mi, odalardan birine kiracı ister mi.. En sonunda da Başar’ı kiracı olarak almasını istediğini söyleyince, kızararak itiraz etti Mithat. Böyle bir şey mevzu bahis dahi olamazdı. Mithat’ın evinde neredeyse her gece bir kadın olurdu, üstelik aynı kadın olmazdı. Ama Sedat Amir, Başar’ın evden atıldığını ve geceyi emniyette geçirdiğini söyleyince, mecbur kabul etti. Eh, Başar’a yan odasındaki sesleri duymaması için kulaklık alırdı. Hem ev bulunca giderdi, değil mi? Mithat’ta yeniden yalnız yaşamına geri dönerdi.

 Sedat Amirin, Mithat’la işi bitince, Pamir’e döndü ve Başar’a olan tutucu tavrını eleştirdi. Fakat karşısındaki adamın sivri dilini unutmuş olmalıydı.

“Ekibimdekileri ne derece sevdiğimi sadece ben bilebilirim, Amirim,” diyerek karşı çıktı Pamir. “Onları sevmeseydim, ekibimde işleri olmazdı.”

 Tam ağzını açmıştı Sedat Amir, geri kapattı, Pamir’le daha fazla uğraşmaması gerektiğini düşünerek kapıyı gösterdi. “İşinize dönebilirsiniz.”

  Hızlı adımlarla İnci’nin yanına gitti, Pamir. Önündeki bilgisayar her zamanki gibi açıktı. Ona geçmiş olsun deyip, kısa bir sohbet ettikten sonra, “Rıza Aslanoğlu’nun şu yurt dışındaki iki oğlu, Varol ve Fehmi Aslanoğlu, bir araştır bakalım hangi şirketle, ne zaman, nereye gitmişler ve ne zaman dönecekler,” dedi. Ardından, ilk önce dünkü dönüş seferlerine bakmasını söyledi. Ve bir de, acele etse iyi olurdu.

  Titreyerek uyandı Fulya. Yataktan kalkıp üstünü değiştirdi. Soğuktan donacağını sandı. Kadife eşofmanlarını üstüne geçirdiği gibi salona fırladı, balkon kapısının çarpma sesini duyuyordu. Kapıyı kapatmazsa ev, buzhaneye dönebilirdi.

 Kapıyı kapatıp mutfağa gitti. Bugün çekimi yoktu. Evinin aşağı katındaki stüdyosunda duracak, yaptığı çekimlerin shoplarıyla uğraşacaktı.

 Kendine hazırladığı kahvaltısını yaptıktan sonra masayı toplarken çay bardağı elinden kayıp düştü. Bir şey kırılınca mı uğursuzluk derlerdi? Yoksa nazar mı çıkardı? Bu her neyse sonu iyi olacaktı. Fakat şimdi…?

 Fulya elindekileri lavabonun içine bıraktıktan sonra cam kırıklarını toplamaya döndü. Görebildiklerini toplayıp, elektrik süpürgesini almaya gitti. Ne yazık ki, daha süpürge camların hepsini içine çekemeden ufak bir parça Fulya’nın ayağına saplandı. Aniden hissettiği keskin acıyla kalakaldı. Süpürgeyi bırakıp en yakınındaki sandalyeyi çekip yavaşça oturdu. Ayağını kaldırıp ufak parçayı eliyle çıkartmaya çalıştı. Olmadı. Cam daha fazla içeri saplandı. Fulya’nın çıkaramayacağı kadar derindeydi. Acıyla gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü.

  Tek ayağına basarak içeri girdi. Kendini zorlayarak yatak odasına vardı. Makyaj masasındaki sepetten cımbızını buldu ve yatağa oturdu. Cam parçasını bu kez cımbızla almaya çalıştı. Fakat şimdi görünmeyecek kadar içeri kaçmıştı. “Belki de üstüne basabilirim,” diye düşünüp ayağa kalktı. Ama üstüne basmasıyla yere düşmesi bir oldu.  

  On dakika sonra yeniden ayaklandı. Telefonuna kadar tek ayak gitti. Telefonu koltuğun üstündeydi. Koltuğa oturdu ve Pamir’i aradı.

 Pamir telefonu açmayınca, önce Orhan’ı, ardından Mithat’ı aradı. Fakat ikisi de açmayınca… Hissettiği acıyla ağlamaya başladı.

 İnci’yi aramak istemiyordu. İşe gidip gitmediğini bile bilmiyordu. Tezgahın üstündeki anahtarlık dikkatini çekince ayağa kalktı. Anahtarlığı kaptı, ayağına terlik giydi ve tek ayak yürüyerek arabaya indi. Cep telefonu koltuğun üstünde kalmıştı.

  Mithat, Başar’la konuşmuş ve kira parası dahi istememişti. Yalnızlıktan sıkıldığını söylemiş ve ona arkadaşlık etmesini istemişti. Başar çok mahcup olunca da, Mithat, “Mutfak masrafları sen de o zaman,” dedi. Böylece bir orta yol buldular.

  Pamir İnci’nin yanından döndüğünde, Orhan elindeki telefona bakıyordu. “Pamir,” diye seslendi. “Fulya aramış yarım saat önce.”

 Kaşlarını çattı Pamir, cebindeki telefonu çıkardı. Cevapsız aramayı görünce yüzünün rengi attı. “Geri aradın mı?” diye sordu Orhan’a.

“Aradım ama açmadı,” dedi Orhan.

 İçinde tuhaf bir ürperti oldu Pamir’in, geri ara tuşuna basıp telefonu kulağına götürdü. O sırada elindeki telefonu sallayarak Mithat geldi, o da aynı şeyi söyleyince Pamir’in içindeki hisler yeniden şaha kalktı.

 Orhan, sessizce bir şey fısıldadı Mithat’a ve susup Pamir’e baktılar. Telefonu kulağından çektiği gibi stüdyoyu aradı. O da cevap vermeyince gerildiğini hissetti. Çabucak Orhan’a dönüp, onu idare etmesini istedi. Kendisi gidip karısına bakacaktı. Bildiği kadarıyla bugün bir dış çekimi de yoktu. Üçünü de aramasına sebep ne olmuş olabilirdi ki?

  Ne evde ne de stüdyodaydı Fulya. Deliye döneceğini sandı Pamir. Tüm komşuların kapısını çaldı. Kimse bilmiyordu. Fulya’nın telefonundan son aradıklarına baktı. Arayıp soracağı biri yoktu. Kendine o kadar öfkelendi ki, hırsla bağırdı.

 Evde iki kağıt bulup, “Seni merak ediyorum, beni ara!” yazdı. Birini evde bıraktı, ötekini stüdyonun kapısına sıkıştırdı. Sonra arabaya binip Fulya’nın ailesinin yalısına gitti. Ailesi uzun yıllar önce Aydın’a taşınmıştı ama Sarıyer’deki yalılarını satmayıp, içinde hizmetçilerini de bırakmışlardı. Bunu yalnızca kızlarını orada yalnız bırakmamak için yapmışlardı. Fulya orda da yoktu.

  Yaklaşık iki saat karısını aradı. Bulamadıkça nefesinin kesildiğini hissediyordu. Bu kadını seviyordu. Çocukluğunun laneti ve annesinin hatıraları geri dönmüş olsa da, karısını seviyordu. Elbette sevecekti, Fulya Pamir’in tek aşık olduğu kadındı. Ona aşkı, evliliği öğreten kişiydi.

  Evliliklerinde tek eksik çocuktu, aslına bakarsanız bunu istemeyen Pamir’di. Anne olan her kadının değişeceğine inanıyordu. Sanki Fulya anne olursa, onu kaybedecekti. Doktora gitmeye karşı çıkması bundandı. Ya da Pamir, hatırlayamadığı babasından, öğrenemediği babalığı nasıl yapardı? Babalar hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Ufacık bir şeye baba olamazdı. O ancak, katı bir Başkomiser olabilirdi. Doktor bir tedavi bulur ve onları çocuk sahibi yapar diye ödü kopuyordu. O terk edilmişti. Anne-baba olmaktan ne anlardı. Bakamazdı, çocuğunu incitirdi. Babalık ancak Sedat Amir gibi adamlara yakışırdı. Böyle düşünüyordu Pamir. Köşe bucak doktordan kaçmasının nedeni bu kadardı.   

  Stüdyonun kapısına çöktü. Başını iki eli arasına aldı ve gözlerini sıkıca yumdu. Ansızın kendini karanlığın içinde buldu. İncecik bir sesin, karanlığa çarptığını duydu.

“Niçin burada oturuyorsun?” dedi bir kadın.

“Çünkü annem evde değil,” diye cevapladı Pamir’in çocukluğu.

“Ama saat gecenin üçü,” kadının şaşkınlığı, karanlığı biraz olsun dağıttı.

 Issız bir sokakta, dökük bir apartman merdivenlerinde otururken buldu, Pamir’in çocukluğu kendini. Karşısında başında tülbent olan bir kadın vardı.

Omuz silkti Pamir’in çocukluğu, “O çok çalışıyor,” dedi.

“Sende evinizin anahtarı yok mu?”

“Ben alışığım ki annemi beklemeye.”

“Kaç yaşındasın sen? Beş var mısın?”

“Annemi bekleyebilecek kadar büyüdüm.”

Gülümseyerek önünde çömeldi kadın, “Henüz beş yaşında bile yoksun, öyle değil mi?” diyerek ellerini Pamir’in küçük ellerine uzattı.

 Hemen çekti ellerini Küçük Pamir.

“Bana sadece annem dokunabilir,” dedi.

“Af edersin,” deyip etrafa bakındı kadın. “Peki baban nerede? O da işte mi?”

“Babam mı…” durakladı Pamir’in çocukluğu, ne diyeceğini bilemedi.

 Bakışlarından olsa gerek, kadın hemen başka soru sordu.

“Anneni benim evimde beklemek ister misin?” diye sorarak karşıki apartmanın üçüncü katını işaret etti. “İki gün önce taşındık, komşuyuz.”

“Çocuğun var mı?”

“Olmaz mı, bir oğlum, iki de kızım var. Ama üçü de burada değil. Ne dersin, gelmek ister misin?”

“Nerde çocukların?”

“Oğlum askerde, kızımın biri evli, diğeri bir haftalığına teyzesine gitti.”

“Kaç yaşında kızın, küçük mü benim gibi?”

“Maalesef,” diyerek gülümsedi. “On beş yaşında.”

Hiç arkadaşı olmayan Pamir’in çocukluğu bunu sorun etmedi. Omuz silkti. “Annemi burada beklemeliyim.”

“Benim adım Birgül, ya senin ki?” diyerek elini uzattı.

“Pamir,” dedi ve ona uzanan eli nazikçe sıktı, hemen de geri çekti.

“Burada tek başına oturmamalısın.”

“Sende burada durmamalısın. Kocan yok mu senin?”

“Var ama kocam dergahta kalıyor.”

“Dergah mı? O da ne?”

“Seni yarın oraya götürmemi ister misin?”

“Gündüz mü?”

“Tabii ki gündüz.”

“Olmaz, gündüzleri anneme bakıyorum. Gece çok çalışıyor.”

“Ne iş yapıyor annen?”

Cevap vermedi Pamir’in çocukluğu, baştan savarcasına omuz silkti.

“O halde annen işe gidince gideriz.”

“Belki bir gün olur.”

“Şimdi gel benimle, beraber sıcak bir süt içelim. Bak, bende senin gibi yalnızım.”

“Israr etmeyin lütfen, gelmeyeceğim. Burada annemi bekleyeceğim.”

“Pekala pekala, ben de seninle beklerim o halde,” dedikten sonra görüntü yeniden siyaha bulandı.

  Duyduğu araba sesiyle başını ellerinin arasından sersemlemiş bir halde kaldırdı. Karşısında Fulya’nın arabasını görür görmez bacaklarının bağı çözüldü. Tutunarak kalktı. Koşar adım şoför kapısına gitti. Arabanın kapısını açan Fulya şaşkınlıkla ona baktı.  

“Deliriyorum sandım! Nerdeydin!”

“Şey, ben sana ulaşmaya çalıştım..”

 Dizlerinin üstüne çömeldi Pamir, karısının ellerini tuttu, “Biliyorum biliyorum, özür dilerim,” dedi.

 Gözünün ucuyla sargılı sol ayağını gösterdi Fulya. “Cam girdi, çıkaramadım, hastanedeydim.”

“Neden mesaj atmadın be kızım! Madem telefonu açmıyorum bir kısa mesaj yazıp hastanede olacağını deseydin, yanına gelirdim.”

“Aklıma mesaj atmak gelmedi.”

“Çok acıyor mu?”

 Başını iki yana salladı Fulya, “Geçti,” deyip gözlerini kırpıştırdı.

 Dikkatli bir şekilde karısını kucağına aldı. Oturma odasına kadar kucağında taşıdı. Fulya’yı koltuğa bıraktı ve telefonunu çıkartıp Orhan’ı aradı. Gelemeyeceğini, evde kalması gerektiğini haber verdi ve Orhan’dan kısa bir günün özetini dinledi. Üç yurdun arasındaki bağı çözmekle uğraşıyorlardı. Hepsinin müdürlerini emniyete almışlardı.

 Fulya’nın yanından uzaklaşıp kısık sesle konuşmaya devam etti. “Bu gece bir cinayet daha olabilir, tetikte tut ekibi. Şu Lale Dalı katilinin öldürme sırası bu gece. Sabah her an bir cesetle karşılaşabiliriz. Şuana kadar öldürdüğü kişilere tekrar bir göz atın ve yurtlar arasında bir yol güzergahı çizin. Sıradaki yurdu tahmin edebilirseniz, yakınlarında önlemler alın, kurnaz bir katilimiz var.”

 Bu arada İnci, Aslanoğlu kardeşleri araştırmıştı. Mithat ve Başar kasap dükkanlarına bakmaya gitmişti. Sıradan bir müşteri olarak Varol ve Fehmi’ye bakacaklardı. Herifler neredeyse bir yıldır ne yurt dışına ne yurt içine gitmişti.

 Pamir telefonu kapatmadan önce İnci’nin, Aykut’un medeni durumunu araştırmasını istedi.

   Unuttuğu çocukluğu yeniden gün yüzüne çıksın istemiyordu. Ne annesini hatırlamayı, ne babasını bilmeyi, ne de onları hayatına almayı istiyordu. Yaşadığı hayatı seviyordu. Karısını seviyordu. Geçmişi, canını yakıyordu. Bu dosyayı çözüp her şeyi kapatacaktı. Çünkü yaşamayı istediği tek hayatı, yaşadığını fark etmişti ve karısına sürpriz yapmak için bir karar verdi. İlk fırsatta doktora gidecekti.

1 Comment

  1. Kübra says:

    Ahh Pamir😔 yaşadıkları ve yaşayacakları bizi mahvedecek gibi.

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın:

[instagram-feed]