1942 / Almanya-Köln
Önce kanlı ellerine baktı, sonra yerde cansız yatan kocasına. Gerçekten onu öldüren kendi elleri mi, yoksa tepelerine yağan bomba mıydı? Ürkerek eğildi, içindeki ses adamın ölmediğini söylüyordu.
Elini kocasının burnuna yaklaştırıyordu ki durdu. Ya ölmediyse ve kalkıp yarım bıraktığı işi bitirirse? Başını çevirip, kapının arkasına saklanan kızına baktı. Küçük kız yere çömelmiş, korkudan titriyordu. Tekrar kocasına baktığında, onu öldürenin bomba olmadığını anladı. Adamın karın boşluğunda duran bıçağı çekip çıkardı ve öldüğüne emin olana dek tekrar tekrar sapladı.
Aylin’in hayattan umduğu içinde yaşadıkları değildi, o sakin ve sessiz bir yaşam istemişti. Oysa büyüdüğü ilk an yaşam onu ensesinden yakalamış ve çakan bir şimşekle dehşetin içine bırakmıştı.
Kocasını öldüren bıçağı lavabonun içine koyup ellerini yıkadı. Ardından bir bardak alıp su içti. Bir şey söylemeden yatak odasına giderek üstünü değiştirdi. Kana bulanan kıyafetleri çıkardığı yerde bırakıp, dört yaşındaki kızını kucakladı.
Fazla vakitleri yoktu. Kızını koltuğa oturtup beklemesini söyledi. Hızlı hareket etmeliydi, kendine ve kızına ait tüm resmi belgeleri bir çantaya doldurdu. Ardından birkaç parça da kıyafet tıkıştırarak kızının yanına döndü. Korkudan titreyen çocuğunu kucağına aldı ve evden çıktı.
Aylin ve kızı patlayan bombaların arasından gecenin karanlığına doğru süzüldü.

Şubat 2020 / Almanya – Köln
Küçük kız, uykusu olmadığı ama uyumak zorunda olduğu her gece yaptığı gibi, pencereden süzülen ışığın gölgesinin tavanda oluşturduğu şekilleri izliyordu. Her bir şekli, hayal dünyasıyla eşleştirip bir kılıfa sokuyor, onları adlandırıyordu. “Zombik” adını verdiği, çok kollu gölgeye uzun dişler eklerken, birden irkildi. Kendi sesine benzeyen bir sesin çığlık attığını duymuştu. Yorganını sıkıca kavrayarak altında hareketsiz kaldı.
Sesi ikinci kez duyduğunda Zombik sivri dişlerini ona doğru uzatmıştı. Küçük kız tiz bir çığlık atarak, yataktan fırlayıp odasından çıktı. Küçük ama hızlı adımlarla ağabeyinin odasının kapısına ulaştığında kalbi çılgınlar gibi zıplıyordu.
Kapıyı tıklayıp ağabeyine seslendi, fakat genç onu odasına almadı.
“Bir ses duydum, seninle uyuyabilir miyim?” dediyse de ağabeyinin geçen sene kalınlaşan sesi “olmaz” diye yanıtladı. Küçük kız boynunu büktü ve ebeveynlerinin odasına doğru yürüdü.
“Babacım,” diyerek tıklattı kapılarını. Adamın zayıf noktası kızıydı ve uykulu sesi hemen cevap verdi. Bunun üstüne kız kapıyı açarak odaya girdi.
Annesi dirseği üstüne doğrulup, önce kızın çıplak ayaklarına sonra da kıvırcık sarı saçlarına baktı.
Kız en tatlı halini takınıp, gözlerini kırpıştırdı. “Birinin bağırdığını duydum ve korktum, sizinle uyuyabilir miyim?”
Babası yorganı kaldırıp kollarını açtı. Kız kapıyı kapatarak babasının güvenli kollarına sığındı ve baba kokusunu içine çekerken sesi düşünmeden edemedi.
Acaba yanlış mı duymuştu? Kendi sesine çok benziyordu.
Burası dünyanın en huzurlu eviydi. Ta ki o gece küçük kız o çığlıkları duyana dek.

Günümüz / Türkiye – İstanbul
İnsanın hayatı ne zaman değişir? Şu filmlerde olan köklü değişim ne zaman gerçekleşir? Değişim için kaç yaşında olmalıyız? Büyüyünce her şey değişir mi? Yoksa değiştiğinde mi büyürüz?
Tüm bu soruların cevabını alacağımdan habersiz çıkmıştım o yola. Standart ve sıkıcı hayatımdan bunaldığım her an, filmlerdeki o göz alıcı patlamanın benim hayatımda ne zaman gerçekleşeceğini merak ederdim. Yaşamım boyu hiçbir macera yaşamamış, hiçbir belaya bulaşmamıştım. Tek düze bir hayatın, görünmeyen sönük yıldızıydım.
Babam orta düzeyde bir devlet memuru, annem ev hanımı. İlk çocukları doğduktan kısa süre sonra ölünce, ikinci çocukları olan bana tüm sevgilerini vermişler. Bir üçüncü çocukları olmamış.
Annem her zaman doktor olmamı istedi ama ben biraz macera olur belki diye gazeteci oldum. Bu mesleğimde üçüncü yılım ve öyle maceralar yaşadım ki, anlatmaya yetmez, demek isterdim…
Bütün günüm masa başında geçiyor. İtiraf etmeliyim ki, hayal ettiğim gazetecilik bu değildi! Evden işe, işten eve geçen sıkıcı hayatın içinde kaybolmak üzereydim. Sonra o olay oldu ve anladım ki, insanın hayatını tek düze yapan da, maceralara atan da kendisiymiş. Tek yapılması gereken, biraz cesur olmakmış. Bu benim, dünyanın öteki yüzünü görmek için cesur olmak zorunda kaldığım öyküm.
Adım Sibel, yirmi yedi yaşında hiçbir ilişki yaşamamış, hala anne ve babasıyla yaşayan ‘sıradan’ kategorisindeki o kızlardan biriyim. Son iki yıldır annem benim adıma arkadaşlarına söz verip, beni zorla görüşmelere yolluyor. Onun dışında bir erkekle baş başa oturmuşluğum yok.
Çirkin olduğumdan değil, tamam çok da güzel sayılmam, bu yüzden kendimi sıradan olarak tanımlıyorum. Benim görüşüme göre evlilik, tek düze hayatın çıkmaz sokağı. Ve aşk.. Dünya üstündeki en gereksiz duygu.
Tabii tüm bu düşüncelerim, o olaydan öncesine ait. Yaşadığım o olay, tüm düşüncelerimi, benliğimi ve büsbütün hayatımı değiştirdi.
1 Comment
Çok heyecanlı başlamış, bende merak uyandırdı… Bir sonraki bölümü sabırsızlıkla bekliyorum