KİRAZ KEMİĞİ – BÖLÜM 36

-Sibel-

 (Bir Önceki Bölümden: “Artık cadı değilsen, nesin?” / Sıla önce çocuklarına, sonra Caner’e, ardından tekrar ikizlere baktı. “Ben artık bir Ölümsüzüm.” )

  Basit ve sıradan bir hayatı olan, sıkıcı bir kızdım ben. Ne ara büyülerin, büyücülerin, cadıların içine düştüğümü anlayamadan; bir de şimdi ölümsüz birinin varlığını duyuyordum! Tam aşkı buldum derken, ailemin öz çocuğu olmadığımı öğrenmiş, ölü olan anneannemle tanışmıştım.

 Başım zonkluyordu. Günler süren Arya’nın büyüsünün tesirinden tam çıkmıştım ki, bu kez de büyücü ölü anneannem tarafından büyülenmiştim. Alper’i yerde gördüğüm an, anneannemin yaptığı büyünün etkisinden arındım.

 Kim bilir belki de şu an İstanbul’da evde uyuyorumdur ve hepsi gördüğüm rüyadan ibarettir? Olamaz mı?

 Ah! Elbette olamaz. O uçağa binip Almanya’ya geldim. Önce bir cadıyla tanıştım, sonra büyücü soyundan geldiğimi öğrendim. Tüm bunlar yetmezmiş gibi üstüne bir de aşık oldum. Evet, yanımda ölü gibi yatan, anneannemin bedenini çaldığı bu adama.

 Sanki bir yere kaçacakmışçasına elini sıkı sıkıya tutuyordum. Hem cadıları dinliyor, hem de Alper’in kendiyle ilgili anlattıklarını düşünüyordum. Bunları düşünürken ansızın kalbimde bir ışık yandı. Alper’in geçmişi beynimin içine doldu.

 Parmaklarımın arasında hissettiğim kıpırtıya dek Alper’in geçmişinin içinde kaldım. Sahneler gözümden perde misali kalktığında ilk baktığım yer Alper’in çip yerleştirilen bacağıydı.

“Sibel,” diye mırıldandığını işitir işitmez kendimi toparladım.

 Neler olduğunu anlamak istercesine bana bakıyordu. Kalbim yerinden fırlarcasına attı. “O uyandı!” diye haykırıverdim.

 İri adam, yeri sarsarak yanımıza geldi. Alper’e gülümseyerek baktı. Ama Alper ona aynı ifadeyle karşılık verememişti. Yüzünde şok geçirmişçesine bir ifadeyle donup kaldı.

“Nasılsın, Alper?”

 Birden elimi bırakıp doğruldu. Yataktan kalkmak için hamlede bulununca adam elini omzuna koyarak durdurdu. “Yatıp dinlen.”

 Alper’in yutkunuşu kulaklarımda patladı. “Caner Üstüm.. Siz misiniz?” diye geveledi.

“Benim, çocuğum.”

 Nefesimi tuttum. Az önce Alper’in çocukluğu gözlerimin önündeyken bu adamı da görür gibi olmuştum. Onu özel olarak yetiştirenlerden biriydi. Ama Alper ne olarak yetiştirilmişti? Asker değildi, bir ajan da değildi. Öyleyse neydi?

 Adamın bakışları bir anda benimle buluştu. “Koruyucu,” dedi.

 Aklımı okuyabiliyor muydu?

“Evet,” diye cevap verince nefesim kesildi. “Onu ben yetiştirdim. Ben seçtim. Ben delirttim. Başına gelen her şeyin sebebi benim.”

Alper, “Alamadım?” diyerek araya girdi.

“Anlayacaksın.” Bana döndü. “Hayır, bir şeytan değilim.”

 O sırada odanın kapısı açıldı. Sıla’nın kızı yanında Melodi’yle içeriye girdi. Arya onları görür görmez fırlamıştı. Melodi de annesini gördüğünde koşarak atıldı. Kızını kollarına alarak kucakladı. “İyi misin, bir tanem? Sana bir şey yaptılar mı?”

 Melodi kocaman bir sırıtışla başını iki yana salladı. “Burada çok eğlendim, anne. Evimizin duvarının buraya açıldığını biliyor muydun?”

 Kızını öpüp kokladı. “Bilmiyordum, aşkım. Bir daha ortadan kaybolmadan önce bana haber vermelisin.”

“Senin haberinin olduğunu söylemişti,” diyerek Caner’i gösterdi. “Bana duvardaki delikten seslendi.” Kirpiklerini kırpıştırarak gülümsedi. “O benim dedemmiş, anne.” Küçük parmağıyla Sıla’yı işaret etti. “O da senin annenmiş. Bana neden onlardan bahsetmedin?”

 Melodi öyle güzel konuşuyordu ki, sanki içinde koca bir insan vardı.

 Caner onlara doğru yürüyüp Melodi’nin elini öptü. Arya bir akbaba misali kızını uzaklaştırdı.

“Ceramilia’nın Köln’deki kapısına ev yapmak, dahiyane bir fikirmiş!” dedi Caner. “Seni takdir etmedim değil.”

 Bir an için Arya’yı koca bir kayanın önünde gördüm. Ellerini kullanarak büyü yapıyordu. Kayanın etrafı yapraklarla çevrildi. Ardından şu an oturduğu ev gürültüyle yerini aldı. Tam Arya’nın işinin bittiğini düşünürken, diğer evler peşi sıra dizilerek bir sokak kuruldu. Arya, Köln’de yaşadığı sokağı büyüyle inşa etmişti. 

 Arya’nın tıslayan sesiyle görüntü kayboldu. “Kimsin sen?” dedi Caner’e, kızının kulaklarını kapatarak.

“Az önce annen söyledi ya, ben annene yaşam amacı veren adamım. Ayrıca onu ölümsüz yapan Baş Ölümsüzüm.”

 Melodi annesinin ellerini çekip başını kaldırdı. “O iyi biri anne, beni aldığı için kızma.”

 Sıla, Fatma’nın yanına gelerek fısıltıyla Dane’yi sordu.

 Fatma, “Odalardan birine yatırdım,” dedi. “Söylediğin gibi yaptım, şimdi iyi.” 

 Ellerini çırptı Sıla. “Evet, şimdi benim dışarıdaki kargaşayı halletmem gerekiyor. O yüzden Fatma sizi, dinlenmeniz için odalarınıza götürsün. Bir süre misafirimiz olun. Hepinizle gündüz kahvaltı masasında buluşalım. Sakin kafayla tekrar konuşalım.”

 Arya çocuklarıyla birlikte Dane’nin yattığı odaya gitti. Haldun Bey, annesinin yanında kalmakta ısrarcı oldu. Ben de Alper’den ayrılmak istemeyince ikimizi aynı odaya götürdüler.

 Odanın kapısında küçük bir nar ağacı vardı. Odaysa narın içini andırıyordu. Ev büyüklüğünde bir odaydı. Ayrıca içeride üç tane daha kapı vardı. Fatma, birinin tuvalete, birinin mutfağa açıldığını söyledi. “Burası benim odam, üçüncü kapı büyüyle kilitli. Orada kişisel eşyalarım ve tedavi için kullandığım iksirler var.” Yani kibarca, bakmayı bile düşünme diyordu. Başımı sallamakla yetindim.

 Koltuğun üstünde birkaç tane temiz kıyafet vardı. “İkiniz için hem pijama hem de normal kıyafet koydum. Duş almayı isterseniz, banyoda havlu var. Lütfen rahatınıza bakın,” dedikten sonra çıkıp gitti.

  İkimiz de sessizdik. Birbirimizin yüzüne bile bakmıyorduk. Ben odanın dış kapısına yakın olan tekli koltukta, Alper pencerenin önündeki sandalyede oturuyordu. Aramızda koca bir oda vardı.

 Nihayetinde, tabi ki sessizliği ben bozdum. “Gerçekte nesin?”

 Sesli bir iç çekti. “Her şeyini kaybetmiş eski bir asker.”

“Ama o adam dedi ki..”

“Bak, onun ne dediği umurumda değil.” Ayağa kalktı. “Koruyucunun ne olduğunu bilmiyorum. Ölümsüzlüğe inanmıyorum, ama bildiğim bir şey var ki, o da onun yıllar önce gözlerimin önünde öldüğü.. Sen de bu kadarını bilsen…”

 Onu susturarak ayağa kalktım. “Her şeyi bilmek istiyorum.” Ona doğru yürüdüm.

“Bilecek bir şey yok.”

“Seni tanımak istiyorum, Alper.” Şimdi aramızdaki tek boşluk, nefeslerimizden ibaretti.

“Beni ben bile tanımıyorum, Sibel.”

“Sence, ben kendimi tanıyor muyum? Daha az önce bedeninin içinde anneannem vardı!”

 Alaycı bir şekilde güldü. “Sanki her şey ikimizin bir arada olması için planlanmış!” bir adım geri çekildi.

 İncindiğimi hissettim. Kolunu tutarak aramıza açtığı boşluğu kapattım. “Kötü mü oldu? Hayatının benimle kesişmesi kötü mü?” elimi yanağına koyup okşadım. Bu ben miyim? Ben hiçbir zaman böyle cesur olmadım, şimdi neler yapıyorum! Niye?

Gözlerini kapattı. Elini elimin üstüne koyarak, “Benim bir ailem yok,” dedi. “Geçmişim yok,” gözlerini açtı. “Deli bir adamım ben. Tımarhaneye kapatıldım.”

  Ya şimdi ya hiç… Başka bir şey söylemesine izin vermeden uzanıp onu öptüm. Beni itmesini beklerken, elini belime koyarak kendine çekti.

“Ben seni tanımak değil, seni yaşamak istiyorum,” diye fısıldadı, dudağını dudağımdan çekmeden.

-Alper-

 Kim olduğumdan, geçmişte ne yaşadığımdan artık emin değildim. Bildiğim her şey karanlık bir boşluğa itilmişti. Beynimin içi adeta bomboştu.

 Nasıl bir çocuktum? Annem, babam kimdi? Ölümsüz olduğunu iddia eden bir adam, niye beni seçip eğitmişti? Üstelik bir asker olduğuma inandırmıştı? Beni ne olarak yetiştirmişti? Neden delirmemi istemiş, bedenini gözlerimin önünde havaya uçurmuştu?

 Beynim sorularla doluydu, patlamak üzereydim. Sibel üstüme üstüme yürüyüp, sonra da beni öpünce, tüm karmaşa kendini dinginliğe bıraktı. Geri çekilirsem tekrar hücuma uğrayıp boğulacaktım. Tüm benliğimle, en azından bildiğim benliğimle kendimi Sibel’in öpüşüne bıraktım. Beynimde koca bir delik açılmıştı evet, ama kalbim ilk kez dolmuştu. Ne ara, ne vakit olmuştu bu? Daha tanıyıp etmeden, yabancı bir dünyanın içinde nasıl aşkı bulmuştu?

 Sanki tüm yaşadıklarım, hayatıma Sibel girsin diye, onu koruyup kollayayım diye olmuş gibiydi. Belki de hakikaten öyleydi. Kâhin ne demişti? Torunum sana emanet…

 Onu kendime bastırdım. Bugüne kadar bana verilen her şey geri alınmıştı. Ama onu almalarına izin vermeyecektim. Tanımıyordum evet, tanımaya ihtiyacım var mıydı? Kendimi bilmezken, bu kızı bilmeyi niye istiyordum ki? Hayır, tanımak istemiyordum. Yaşamak istiyordum.

 Geri çekilip gözlerime baktı. Öyle masum, öyle küçüktü ki.. Bütünümle onu korumak istedim.

 Dudağını dişleri arasına alıp ezdi. “Bir büyücüyüm,” diye fısıldadı. “Gücünü kullanmayı bile bilmeyen yeteneksiz bir büyücü.”

 Gülümseyerek dudağını dişlerinden kurtardım. En son ne zaman gülümsemiştim? “En azından sen ne olduğunu biliyorsun.” Eğilip onu bir kez de ben öptüm.

“Beni bırakma, Alper,” diye inledi, ağzımın içinde.

 Cevap vermek yerine onu kucağıma alıp yatağa taşıdım.

-Arya-

  Arya nihayet ailesini bir araya getirmeyi başarmıştı. Dane savaş meydanında ölmüştü, tıpkı Alper gibi. Ama Fatma her ne yaptıysa az önce kocası gözlerini açmıştı. Üstelik Arya’nın ona yaptığı büyünün etkisinde de değildi.

 Arya, Melodi ve Deniz’i uyuttuktan sonra kocasına bir bir tüm hayatını, yalanlarını ve büyülerini anlattı. Dane hiç tepki vermeden dinledi karısını.

 Arya gözyaşları içinde susunca, Dane onun elini tutup öptü.

“Sence farkında değil miydim, Arya? Yatağımda uyuyan kadının tamamen normal olduğunu düşündüğümü mü sandın, ya da evimde koşan çocukların sıradan olduklarını? Ara sıra beni büyülediğinin bile farkındaydım ben. Yaptığın her şeyi ailemiz için yaptığını biliyorum. Ben de aynı sebeple her şeyi sustum. Melodi’nin kaybolmasına dek mutluyduk, şimdi kızımızı bulduk, yine mutlu olacağız.”

 Gözlerini kaçırdı Arya. “Hapisten kaçtın, Dane. Döndüğümüzde polis seni arıyor olacak.”

“Ben kimseyi yakmadım, Arya. Suçsuzum. Polis de gerçeği anlayacaktır. Bir yolunu buluruz.” Bir an da duraksayıp kaşlarını çattı. “Burada mı kalmak istiyorsun?”

“Hayır, evimize dönmek istiyorum.”

 Rahatlayarak başını salladı Dane. “Bir yolunu bulacağız, hep bulduk.” Kolunu açıp Arya’yı yanına çekti.

   Sıla, Caner, Fatma ve Coda Ceramilia’yı eski haline getirdikten sonra; tüm cadıları odalarına ışınlayarak uykuya yatırdı. Coda’nın içinde derin bir hasret vardı, Sıla bunu hissederek oğlunu tutup bağrına bastı. O an Ceramilia’ya ilk kez yağmur yağdı. Hem Sıla, hem Coda hıçkırarak ağlıyordu.

 Caner, anne oğlu yalnız bırakmaları gerektiğini işaret ederek Fatma’yla birlikte odadan ayrıldı.

“Beni Zehra’ya götür,” dedi Caner.

 Birlikte mahzene Zehra’nın yanına indiler.

 Zehra, annesinin ölümü ve Sıla’nın liderliğini ilan ettiği günden beri yavaş yavaş çıldırmıştı. Mahzen korkunç bir yer değildi. Üst kattaki odaların olduğu koridorun aynısıydı. Yalnızca buradaki odalar Sıla’nın mühürlü büyüsüyle kilitliydi. İçeride yapılan büyüler duvarları aşamıyor, odanın içinde kalıyordu. Mahzene kapatılan cadının, kendi odası üst kattan ayrılarak bodruma iniyor ve mahzendeki yerini alıyordu. Yani aslında cadı, kendi odasına kapatılmış oluyordu. Sadece olduğu kat değişmiş oluyor, kapısı kilitleniyordu.

 Caner, Zehra’nın yanına girerken Fatma’ya dışarda kalmasını emretti. Odaya tek başına girdi.

 Zehra kapının açıldığını duyar duymaz bir kaplan misali fırlamıştı. “Dışarıda neler oldu? Ne haltlar dönü…” Caner’i görür görmez cümlesi soluğunda takılı kaldı. “Sen…”

“Çok uzun zaman oldu, sevgili Cassandra,” Caner’in yüzünde korkunç bir gülümse belirdi. “Küçücük bir çocuktun, o vakitler. Beni hatırladın mı?”

 Yutkundu Zehra. Ona en son ne vakit gerçek adıyla seslenmişlerdi? Asırlar önceydi.

“Martelli amca, sen misin? Ama bu nasıl olur?”

 Kollarını iki yana açtı. “Demek hatırlıyorsun! Hatırlanmak ne güzel! Hadi ama küçük Cassandra, amcana sarıl.”

 Zehra bir adım geri gitti. Bunun üstüne Caner onu yakalayarak kendine çekti. “Tüm bunlar olmak zorundaydı. Üzgünüm demek isterdim ama ben hiçbir zaman üzülmem. Beni anla diyemem, çünkü anlamayacaksın. Ama ölmeden önce gerçeği bilmeyi hak ettiğini düşünecek kadar iyi biriyim.”

 Caner, Zehra’yı bir mengene gibi sıkıyordu. Öyle ki cadının sesi bile soluğundan yukarı çıkmayı başaramamıştı.

“Ben hiçbir zaman babanın kardeşi değildim. O benim büyülü kuklamdı. Size yakın olmak için onu seçmiştim. Evet, tüm ailenizin cadı olduğunu engizisyona söyleyen bendim. Baban değildi. Annen ve sen hariç diğerleri benim yüzümden yakıldı. Annenin yanmaması ve Kasım’a giden yolu bulması gerekiyordu. Çünkü gelecek, tam olarak ‘bugün’ olmak zorundaydı. Bunun için de annen hariç diğerlerinin ölmesi gerekiyordu.” yüzünü cadının yüzüne yaklaştırdı. “Peki, ben kim miyim? Cadıları tek elini kullanarak öldürebilen, Ölümsüzüm,” der demez Zehra’nın boynunu kırarak onu öldürdü. Cadının ölmeden önce yüzüne dehşet oturmuştu. Konuşmak için çırpınmış, yapabildiği tek şey gözlerini kocaman açmak olmuştu.

 Ölen cadıdan ellerini çekti. Cansız beden yere yığıldı. “Ölmek zorundaydın, Cassandra. Sabah Sıla seni mahzenden çıkarttığında, beni tanıyarak İtalya’daki hayatımızdan bahsetmene izin veremezdim. Üzgün değilim, beni anla demiyorum. En azından şimdi diğerlerinin yanında olduğunu umuyorum.”

 Ağır adımlarla odadan çıktı. Yüzünde sinirli bir ifade vardı. “Cadı, intihar etmiş. Yaygara çıkmadan hallet.”

“Ama bu nasıl olur…”

 İç çekti Caner, anlaşılan Fatma da sorun çıkaracaktı. Elini cadının başının üstüne koyarak, “Tam yatmıştın ki Zehra’nın çığlığını duydun, koşup geldin ama geç kalmıştın. Bir tabak dolusu büyülü kirazı yiyerek intihar etmiş olduğunu gördün. Ama herkes çok yorgun olduğu için ortalığı ayağa kaldırmak istemedin ve odayı toparlayarak onu gömdün. He, bir de ben hiç buraya gelmedim,” diyerek Fatma’yı büyüledi.

 Ardından Coda’nın uyuduğundan emin olduktan sonra Sıla’nın yanına gitti. Balkonda oturuyordu. Coda, Sıla’nın yatağındaydı.

“Uyumalısın,” diyerek Sıla’nın yanına oturdu.

 Omuzlarını silkti Sıla. “Her şey bitti mi, hakikaten?”

“Hayır, her şey yeni başlıyor.” Kolunu Sıla’nın omzuna atarak, onu kendine çekti. “Sana bir sır vereceğim.”

 Kaşlarını kaldırarak Caner’e baktı, Sıla.

“Aşık oldum,” diyerek gülümsedi. Gamzeleri Sıla’nın içini ısıtmıştı. Uzanıp burnundan öptü Caner. “Seni seviyorum, Sıla.”

Yazıyı beğendiyseniz bir yorum bırakın: