-Arya-
( Bir Önceki Bölümden: Münih’e vardıklarında havayı içlerine çekmiş ve ‘evet, buraya yerleşmeliyiz,’ demişlerdi. Kendilerine bir ev ve sonra okul buldular. Herkes onların evde yaşlı, anne-babalarının olduğunu sandı. Ama birbirlerinden başka kimseleri yoktu. Sade ve huzurlu bir hayat inşa ettiler. Ta ki Arya, okulda sürekli kendisine bakan o Alman gence aşık olana dek… )
02 OCAK 2005 / Münih
Aynı Gecenin Devamı
İkizlerin huzuru anneleri onları bulduğu o gece buhar olup uçtu. Arya sokağın sonunda annesi ve yandaşları tarafından köşeye sıkıştırılmış ve zorla Ceramilia’ya götürülmeye çalışılmıştı. Efsun’a oyun oynayarak ölü görünüp, izlerini kaybettirdikleri için cezalandırılacaklardı. Kurallar belliydi. Coda ölecek, Arya sonsuza dek Ceramilia’ya da tutsak kalacaktı.
Eğer Dane gelmese, sokağın sonunda kıran kırana bir büyü çatışması yaşanacaktı. Arya kendini kara büyü yapmaya ve annesini öldürmeye hazırlamıştı. Neyse ki bir insan gelmişti de cadılar kaçıp gitmek zorunda kalmıştı.
Annesinin gözlerinde gördüğü nefreti aklının orta yerine kazıdı. Dane’ye sırtını dönüp uzaklaştıktan sonra koşmaya başladı. Eve vardığında nefes nefeseydi. Coda çoktan uyumuştu ama umursamadı. Odasına paldır küldür dalarak ikizini uyandırdı. Arya’nın kendi sesinden önce kalbinin çırpınışını duyan ikizi yataktan fırladı.
“Bizi buldular,” dedi Arya, hiç vakit kaybetmeden.
“Hani bulamazlardı? Şimdi ne yapacağız?”
Üstündeki montu ve boynundaki atkıyı çıkarıp yatağa attı. “B planına geçeceğiz.”
“Hayır,” diyerek başını iki yana salladı Coda. “Ben bir katil olmayacağım!”
“Ya ne yapacağız, Coda?” dudağını ısırıp düzeltti. “Haldun? Hiçbir şey yapmayıp seni de babam gibi öldürmesine izin mi vereyim?” ellerini ikizinin kollarına koydu. “O seni öldürmeden biz onu öldürmek zorundayız.”
Arya’nın bu hayatta Efsun’dan bile çok nefret ettiği kişi annesiydi. Ama Coda tüm suçlunun Efsun olduğunu savunuyor, annesinin masumluğuna kendini inandırıyordu.
“Ben annemi öldürmem, Arya. Çıkar bunu aklından.”
“İyi, ben öldürürüm.”
Arya’nın kollarındaki ellerini iterek ondan uzaklaştı. “Neden onca zaman değil de şimdi buldular bizi? Şu senin sevdiğin Nazi çocuk yüzünden olabilir mi?” sözleri suçlayıcıydı.
“Bunların Dane’yle ne alakası var?”
“Bakıyorum da adını da öğrenmişsin!”
Derin bir iç çekerek yatağa oturdu. “Annem yalnız gelmedi. Yanında üç cadı daha vardı. Sokağın sonunda yolumu kestiler. Beni Ceramilia’ya götürmek için zorladıkları sıra Dane geldi.”
Coda da yanına oturdu.
“Onu seviyorum, Co.. Haldun. O ırkçı Alman’ı çok seviyorum.”
“Ne ara onu tanıdın da sevdin, Arya?”
“Beni görsün diye okulda sürekli peşinde geziyorum. Belki aşık olur da ırkçı yanı kırılır ve…”
“Onunla evlenmeyi hayal etmiyorsun, değil mi?”
Omuzlarını silkti. “Keşke gerçek soyadımızı kullanabilsek, keşke Dane’ye gerçekte Alman olduğumu söyleyebilsem…”
Coda, “Bizim bir ırkımız yok, Arya,” diyerek lafını böldü.
Başını ikizinin omzuna koyarak iç çekti. “Onları öldürmek zorundayız. İstesen de istemesen de bunu yapmak zorundayız.” İkizinin yumruk yaptığı eline bakarak dudağını ısırdı. Şimdilik susacaktı. Zaten şu an onları nasıl öldüreceğini de bilmiyordu.
Ertesi gün kütüphaneye gitti. Eski kitapların arasında kara büyü arıyordu. Birkaç tozlu kitap seçip masaya geçti. Sayfaların arasına öyle dalmıştı ki karşısındaki sandalyenin çekilip birinin oturduğunu fark etmemişti.
Karşı sandalyedeki yabancı, “Hangi dil bu?” diye sorunda bağırarak sıçradı. “Ah! Çok özür dilerim!”
Birkaç hişt sesi yankılandı. Arya elini kalbine koydu, karşısındaki tanıdık yüze şaşkınca bakıyordu. “Dane.. Beni korkuttun.”
“Oturmadan önce ‘oturabilir miyim’ diye sordum. Dün geceki kaba tavrımdan dolayı sinirli olduğunu düşünerek, cevap vermedin sandım. Kitabın içinde kaybolduğunu fark etmemişim. Kusuruma bakma, lütfen.”
Kaşlarını çattı. “Dün geceki kaba tavrın mı?”
Gözlerini kaçırdı, “Hani, Türk olduğunu söylediğinde..” suçluymuşçasına Arya’ya baktı.
“Önemi yok. Çocukluğum Köln de geçti, orada hiç ırkçı yaklaşım görmedim,” babam Alman olduğundan diyemedi tabi. “Ama Münih, Köln gibi değil. Burada öyle şeylerle karşılaşıyorum ki, seninki kaba bir tavır değildi. İçin rahat olsun.”
Omuzlarını silkti. “Köln’e hiç gitmedim.”
“Çok güzeldir. Bir gün yine orada yaşamanın hayalini kurarım.” Gülümseyerek kitabı kapattı.
Dane de ona gülümsedi. “Ne okuyorsun? Hangi dil bu?”
“Hiç, boş vaktim vardı, öylesine değerlendiriyordum.” Annemi ve efendisi Efsun’u öldürmek için kara büyü arıyorum, diyemezdi.
“O halde bir kahve içmeye ne dersin?”
Dudağını dişleyerek gülümsedi. Dane’ye yaklaşıp, fısıldayarak, “Neolar bizi birlikte görürse başın belaya girmez mi?” dedi.
Dane de ona yaklaşıp fısıldadı. “Biz de bizi göremeyecekleri bir yere gideriz.”
Arya etrafına bakarak kahkaha attı. “Bizi göremeyecekleri yer burası mı?” hayatında ilk kez bu kadar sesli gülüyordu. Sesi yankılanıp ona geri döndüğünde, hayatındaki bir ilki daha fark etti: Mutluydu.
Dane dikkatle onu süzdü. Arya’yı getirdiği yer Neoların toplantı deposuydu. “Bu saatler de kimse olmaz,” diye geveledi.
Gülmeyi bırakıp Dane’ye döndü. “Neden korkmadığımı ve seninle sorgusuz sualsiz geldiğimi merak ediyorsun, değil mi?”
Başını salladı. “Biz düşmanız ve şu an düşmanının yuvasındasın. Farkındasın, değil mi?”
Omuzlarını silkerek yaklaştı. Ellerini Dane’nin göğüslerine koyup gözlerinin içine baktı. “Bana hiçbir şey yapamazsın, Dane. Biliyorum. Sen onlar gibi değilsin. Onlardan olduğunu sanıyorsun, sırf seni büyüttükleri için, ama değilsin.”
Dane baştan ayağa titremişti. Bir adım geri giderken dehşetle Arya’nın yüzüne baktı.
“Çok uzun zamandır beni görmeni bekliyorum, Dane.” Bir adım attı. “Çok uzun zamandır, seni seviyorum. Hakkında her şeyi biliyorum.”
Arya cesur bir çocuktu. Babasının ölümünden sonra tamamen gözü kara bir çocuk olmuştu. Büyüdükçe cesareti ve deli ruhu onu güçlü bir cadı yaptı. Öyle ki hem annesini hem de Efsun’u öldürebilecek kadar güçlü ve cesur olduğuna inandı.
Dane’ye bir adım daha yaklaştı. “Ve ayrıca, biz düşman değiliz,” diyerek onu tutup öptü.
Arya Dane’ye hiçbir büyü yapmadı. Onun aşık olması için büyünün yardımına ihtiyacı yoktu. Dane’nin de kendisini sevdiğinin farkındaydı ve adım atamayacak kadar korkak olduğunu anlamıştı. Onu araştırmış, izlemiş, bir sapık gibi Dane’nin tüm hayatını ezberlemişti. Geri çekilerek gülümsedi. “Bana kahve borcun var.”
Dane serseme dönmüştü. Bunun sebebi öpücük mü yoksa Arya’nın cesareti miydi, kendisi de bilmiyordu. Süs köpeği misali başını sallayıp duruyordu. Şimdi ne yapacaktı? “Kahve,” diye geveledi. Arya’yı olduğu yerde bırakıp deponun sonundaki tezgaha doğru yürüdü.
Su ısıtıcına şişeden su koyup çalıştırdı. Raftan iki kupa aldı. Kahve kavanozundan birer kaşık granül kahveyi bardaklara koydu. “Süt ya da krema kullanıyor musun?”
Arya hemen arkasında duruyordu, Dane onun adım seslerini duymamıştı ama varlığını hissediyordu. “Eğer sen kullanıyorsan,” diye cevapladı Arya.
Dane önce afalladıysa da krema kutusuna uzandı. İkişer kaşık krema koydu. “Şeker?”
Arya omuz silkince, Dane bardaklara birer şeker attı. Bu süreçte su kaynamıştı.
“Sana biraz süre verebilirim,” dedi Arya. “Bu sürede ne yapmak istediğine karar verirsin. Süren bittiğinde eğer beni seçersen, birlikte Köln’e gider ve evleniriz. Ama Neolardan kopamazsan, hiç var olmamışım gibi Köln’e tek başıma giderim.”
Dane kupaları sıkıca tutarak yüzünü Arya’ya döndü. “Kimsin sen?”
Saçını arkaya atarak yüzünü buruşturdu. “Bu faslı geçtik. Şimdi önümüze bakmak zorundayız.” Dane’nin elindeki kupanın birini aldı. Sıcak oluşuna aldırmadan içti. “Benim kaybedecek zamanım yok. Süren başladı. Tekrar gelip seni bulana dek iyi düşün,” diyerek elinde bardakla yürümeye başladı. “Kahvemi yolda içmeye devam edeceğim. Bardağı daha sonra bırakırım.”
Dane’yi öylece bırakıp gitmişti. Adam olduğu yerde şaşkınlıkla kalakaldı.
Şekerli kahveden nefret ederdi. Uzaklaştıktan sonra kahveyi kenardaki çalılığa döktü. Bardağı da avucunun içinden, deponun kapısına yolladı. Şimdi yapması gereken çok önemli bir şey vardı, Dane’nin süresi bitmeden annesini ve Efsun’u öldürmeliydi.
Günler geçti. Hiçbir yol kat edemedi. Baş cadıyı nasıl öldüreceğini ve Ceramilia’dan tekrar nasıl çıkacağını bulamamıştı. Hiçbir yol yoktu. Annesinin işini burada bitirebilirdi. Yandaşları da kolay lokmaydı ama er ya da geç Efsun peşine düşer ve onu mutlaka bulurdu. İşte o zaman ne Dane’nin, ne Coda’nın, ne de hayalindeki yuvanın varlığını koruyabilirdi.
Yine de annesi ve yandaşları için ölüm tuzağının hazırlığına girişmişti. Bir dahaki ziyaretlerinde işlerini bitirecekti. Eğer bir cadıyı yakarak öldüremiyorsan, ona büyülü meyvenin çekirdeğini yutturmalısın, böylece cadı boğularak ölecektir. Bu taktiği Eski Çağ’da yaşayan Ataları bulmuş. Açığa çıkmamak, incelenmemek, işkenceye maruz kalmamak ya da yanarak ölmemek için intihar ederlermiş. Böylece ölüm nedenleri normal insanlarınkiyle aynı olduğundan, cadı olduklarının kanıtlanması imkansızmış.
Coda uyuduktan sonra bulabildiği tüm çekirdekli meyveleri büyüledi. İntihar bir cadının yasal hakkıydı ama öldürmek, kara büyüye giriyordu. Bu yasal değildi. Kara büyü yapan cadı ya da büyücü en ağır şekilde cezalandırılır. Fakat Arya’nın umurunda bile değildi. Dane ve Coda yaşasın diye her şeyi yapmaya hazırdı.
Arya sigarayı ilk kez o gece içmişti. Meyveleri büyülediği ve kendini ailesinin katili olmaya hazır hissettiği gece. İşini bitirdikten sonra balkona çıktı. Cebindeki sigara paketini çıkararak bir dal aldı.
Babasının öldüğü o gün, her gece kabusu oluyordu. Babasının cesedi büyüyle ortadan kalktıktan sonra Coda hıçkırarak Arya’ya, “Annemin beni de öldürüp yok etmesine izin verme,” diye yalvarmıştı. Kabuslarında en çok Coda’nın çığlıklarını duyardı. Belki de babası sesini çıkartmadığı içindi. Yine de Arya’yı o gece en çok etkileyen şey ikizinin korkusuydu. “Annem beni de öldürecek, Arya.”
“Hayır, Coda. Sen bir büyücüsün. Seni neden öldürsün?”
“İşte bu yüzden, bir cadı olmadığım için.”
Küçük Coda haklıydı. Sıla’nın cadı olmayan diğerlerine karşı insafı yoktu. Söz konusu kendi oğlu bile olsa, yaşama hakkı tanımıyordu.
O gece babalarının ölümünü izlerlerken ikizine sıkıca sarıldı. “Korkma, seni öldürmesine asla izin vermeyeceğim. Sana yemin ederim.”
Ve daima sözünü tutacaktı. Bunun için annesini öldürecekti, zamanı gelmişti.
“Hayır, daha vakti gelmedi,” dedi arkasından gelen tok bir kadın sesi. Arya korkuyla sıçrayınca elindeki sigara kayıp yere düştü.
“Sen de kimsin ve evime nasıl girdin?”
Yaşlı, zayıf bir kadındı. Elinde, kendinden daha kalın bir kitap tutuyordu. Kitabı Arya’ya uzattı. “Aradığın şey bunun içerisinde. Onları öldürmeden de engelleyebilmenin bir yolu var.”
“Sana kim olduğunu sordum!” diye, tısladı dişlerinin arasından.
Kadın sırıttı. “Ben Kâhin’im. Büyücülerin annesi.” Kitabı balkondaki masaya bıraktı. “Geri geleceğim,” dedikten sonra bir buhar bulutuna dönüşerek yok oldu.