-Sibel-
( Bir Önceki Bölümden: Gördüğüm rüya hakikaten paralel evrendeki benim hayatımsa, üç kulaklı Alper de buradaki asker miydi? Ya paralel evren gerçekse ve tüm gördüklerim şu an yaşanıyorsa?)
Birkaç saat süren uykum, oda kapısının gürültüyle açılıp ışığın gözüme istila etmesiyle son buldu. Gözlerimi ovuşturmama bile fırsat vermeyen güzel ama donuk bir ses (tam anlamıyla), “Sabah kahveme eşlik etmeni istiyorum,” diye böğürdü. Yine bir kabusun içindeyim sandım. Arya’nın sesi resmen duvarlara çarpıp içimde yankılanmıştı. Kurduğu cümle rica ya da bir istek değil, bir emirdi. Gözlerini üstüme dikmiş, ölü bir fareymişim gibi bana bakıyordu. Yataktan doğrularak gerçek olup olmadığını sorguladım. Bir yandan da şaşkınlıkla başımı sallıyordum.
“Seni balkonda bekliyorum,” diyerek odadan hızla çıktı. Gidişinin ardında dalgalı bir rüzgar oluşmuş ve duvardaki fotoğraf çerçevesini sallamıştı.
Bir an için gece gördüğüm kabustaki kurt köpeğinin Arya olup olmadığını düşündüm. Son derece ürkütücü bir kadındı. Belki de kızı yakan babası değil de annesi Arya’ydı. Neler düşünüyorum böyle? Uyku sersemliğinden uyandırılışımı yanlış sorguluyor olmalıydım. Çıplak ayaklarım yere değdiğinde irkildim, kafam yavaş yavaş yerine oturmaya başladı.
Elimi yüzümü yıkadıktan sonra balkona çıkan salona girdim. Salon bile buz gibi olmuştu, bu soğukta balkonda sabah kahvesi mi? Saat kaçtı da hala soğuktu? Temmuz da değil miydik? Tam hırka almak için geri dönmüştüm ki Arya’nın sesiyle sıçrayarak balkona çıktım.
Balkonda beyaz demirden iki sandalye ve küçük bir masa vardı. Balkonun parmaklıklarının etrafı ise saksılarla çevriliydi. Sanki yeşil bir bahçenin ortasıymış gibi görünüyordu. Soğuk kemiklerimin altına işlerken çıplak ayaklarım buzdan birer kütle halini almıştı. Arya kaşıyla kapının yanında duran terliği işaret edince hemen giydim ve boş olan sandalyeye oturdum. Balkon evin arka tarafına, yeşil bir açıklığa bakıyordu.
Kahvenin üstünden çıkan duman belki biraz içimi ısıtır düşüncesiyle parmaklarımı fincana sardım. Masada iki kahve fincanı ve bir tabak kiraz vardı. Arya hiçbir şey söylemeden kiraz tabağını önüme itti. O sırada aklıma gelen bir düşünceyle içim ürpermişti: Evde Arya’yla baş başa mıydım? Sanırım soğuktan değil korkudan üşüyordum.
“Alper ya da oğlunuz uyuyor mu?”
Başını iki yana salladı. “Tabaktaki en büyük kirazı seçip al.”
İkisi de evde değildi ve Arya gittikçe beni daha çok korkutuyordu. Tabağa baktığımda kirazların normalde yediğimden daha büyük olduğunu gördüm. En büyüğünü gözüme kestirince elime aldım.
“Şimdi onu ortadan ikiye böl.”
Önce yutkundum. Korkunun salgıladığı adrenalinden olsa gerek, hiçbir şeyi sorgulayamıyordum. Kirazı dediği şekilde böldüm. Uzanıp çekirdekli kısmı elimden aldı ve öteki elimi işaret ederek, “Onu ye!” diye emir verdi. Yarım kirazı ağzıma attım.
Lokmamı yutmayı dikkatle beklediğini anlayınca hızlıca çiğneyip yuttum. Belli belirsiz başını sallayarak gülümsedi. Elindeki yarım kirazın çekirdeğini çıkarıp kahve fincanın altındaki tabağa koydu. Bakışları pür dikkat çekirdeğin oluşturduğu göçükte toplanınca tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Hani şeytan yokladı derler ya, öyle bir şeydi.
Onu izlediğimden rahatsız olmuş gibi bakışlarını kaldırıp, “Kahveni içebilirsin,” dedi. Ona neden itaat ettiğimi sorgularken bir yandan da fincanı almış ve dudağıma yerleştirmiştim.
Kahve sade ama çok güzeldi. Beni uyandıracak kadar sert ama mideme dokunmayacak kadar da yumuşak bir içimi vardı. Filtre kahveye benziyordu ama emin de değilim. Kahve kültürüm yoktur, bizim evimizde her daim altı açık bir çaydanlık bulunur. Kahvemden birkaç yudum aldıktan sonra cesaretimi toplayarak soru sordum.
“Neye baktığınızı sorabilir miyim?”
Kaşlarını kaldırarak, “Falına,” dedi. “Bu bir Kiraz Kemiği falı. Senin kim olduğuna, gerçekte ne olduğuna bakıyorum.”
Hayatımda hiç fal baktırmadım, Türk kahvesi fincanımı bile ters çevirmek gibi bir adetim olmadı. İş yerinde bazen arkadaşlar birbirlerinin bardağına bakarken sadece izlerdim.
“Falcı mısınız?” sorumun üstüne alaycı bir ifade takındı.
“Hayır, tatlım,” o güzelim gözlerinde küçük bir kıvılcım belirdi. “Ben bir cadıyım.” O an kıvılcımın bir kan lekesine dönüştüğünü gördüm.

-Arya-
( Bir Önceki Bölümden: Arya öfkeyle telefona baktı. Bir şey söylemeden telefonu kapatacaktı ki Haldun’un, “Bu arada,” dediğini duyunca kulağına tekrar götürdü. “Gelecek olan kişilere arkadaşım olduğunu söyleyeceğim,” deyince okkalı bir küfür edip telefonu Haldun’un yüzüne kapattı.
Tüm akşam ve sonrasındaki günlerde Arya, yarığı açmanın yollarını aradı. Ve nihayetinde buldu. )
Elinde bir bıçak, kızının odasında, duvara karşı duruyordu. Yapacağı şeyin korkunçluğu bedenini titretiyor, kızı için yaptığını mırıldanıyordu. Ona kavuşmasının tek yolu buydu. Ne kadar korkunç ya da acımasızca olursa olsun, yapmak zorundaydı. Deniz okulda, Dane işteydi. Onlar gelmeden Ceramilia’nın kapısını açıp kızını Efsun’dan alması gerekiyordu.
Altında kot pantolon, üstünde sadece çamaşırı vardı. Elini yeni yeni belirginleşen karnına koyup yutkundu. Karnını kocasından saklamak zor olmamıştı, zaten Dane kızlarının yokluğuna öyle kahroluyordu ki, Arya hamile kalabilmek için bile çok çabalamıştı. Kızları ortadan kaybolalı neredeyse üç ay olmuştu. Kimse bulamıyordu, çünkü Melodi Ceramilia da Efsun’un yanındaydı. Arya onu alanın Efsun olduğuna öyle emindi ki, gözü hiçbir şey görmüyor, onunla çarpışacağı anın hayaliyle yaşıyordu. Efsun’u bir kez yenmişti, bir daha, bu kez acılı bir anne olarak hayli hayli yenebilirdi.
“Özür dilerim, minik bebeğim,” diye fısıldayarak bıçağı kasığına dayadı. Kızının kaçırılırken ne kadar korktuğunu düşünerek acısını ve duyduğu vicdan azabını en aza indirdi. Kasığında oluşturduğu yarığın büyüklüğünden emin olunca elindeki bıçağı yere atıp parmaklarını kana buladı.
Henüz minik bir cenin olan bebeğinin kanı yeteri kadar eline bulanınca, kanlı elini duvara sürdü. Yarığı oluşturmanın, kapıyı açmanın tek yolu büyücü oğlanı kurban etmekti.
Deniz’e hamile kaldığında onun erkek olacağını hissetmişti. Bir büyücü olmasını, kendi türlerinin içinde dışlanmasını istemedi ve henüz bebek olarak gelişimini tamamlamadan tüm büyücülük gücünü Deniz’den aldı. Onu doğurduğunda tıpkı Dane gibi safkan bir insandı. Ama aynı şeyi Melodi’ye yapamadı. Hangi büyüyü yaparsa yapsın onun cadı olmasını engelleyemedi.
Duvar çatlamışçasına yarıldı. Cılız bir ışık Arya’nın bebeğine ulaşmak için bedenindeki yarığa doğru yol oluşturdu.
Elinde kılıç olan küçük bir asker Arya’nın içine girmiş ve ne var ne yok kılıçtan geçiriyormuşçasına bir acı duyuyor, bebeğinin ölüşünü, Ceramilia’nın oğlunu yiyişini hissediyordu. Arya’dan çıkan kan arttıkça ışık güçlendi.
Oğlu parça parça yarığın yamyam midesine gidiyordu. Tam sona varıyordu ki bir anda tüm ışık kesildi. Arya ne olduğunu anlayamadan titrek bacaklarının üstünde duramadı ve yere yığıldı.
Kasığından akan kan yerde birikmiş, duvardaki yarık kapanmış, bebek ölmüştü.
Dane kan gölünün içinde yatan karısını görünce dehşete kapıldı, üstünün kan olmasına aldırış etmeden karısının yanına koştu. Arya baygındı, kanaması devam ediyordu. Telefonunu cebinden çıkarıp ambulansı aradı.
Yarığın Arya’yla irtibatının kopmasının sebebi, birinin onlara doğru yaklaşmasıydı. Dane evde unuttuğu bir evrakı almaya gelmişti. Kapıyı anahtarıyla açıp karısına seslenmiş ama Arya onu duymamıştı. Yarık duymuş ve kaçmıştı.
Pandemi sebebiyle Dane’yi hastane içine almadılar. Arya yapılan müdahalenin sonucu kurtarılmış ama bebek çoktan ölmüştü. Hastane odasında gözlerini açtığında onu bekleyen polislerle karşılaştı. Doktoru kasığındaki yarayı görünce polise haber vermişti. Ona bunu kocasının yapıp yapmadığını, Arya “yapmadı” demesine rağmen defalarca sormuşlardı.
Arya, polisin ve doktorun, “Nasıl oldu?” sorusuna cevap veremediği için, Dane karısını ve çocuğunu öldürmekle suçlanarak, daha ne olduğunu anlamadan tutuklandı.
Deniz, hastanede yatan annesinin yanına geldiğinde aklı tamamen karışmıştı. Annesine destek oldu ve hastaneden bir an önce çıkması için yardım etti.
Doktor onu iki gün müşahede altında tuttuktan sonra taburcu etti. Polis merkezine gidip, kocasının yapmadığını ve şikâyetçi olmadığını anlatarak onları tam ikna etmişti ki, gelen telefon her şeyi noktaladı.
Ormanda yanmış bir çocuk cesedi bulunmuştu. Küllerden geriye kalanlar toplanmış ve incelenmişti. Rapor polis merkezine, Arya onlara yalvardığı sırada ulaştı. Yanan çocuktan alınan kanıtlarda Melodi’nin DNA’sına ve Dane’nin parmak izine rastlanılmıştı. Böylece Arya ne kadar çabalarsa çabalasın Dane en kısa sürede hakim karşısına çıkarılmış ve hapse girmişti.
Arya’nın yeniden hamile kalma şansı, kocasıyla birlikte gitmişti. Kocasıyla görüşmesine izin verildiğinde onun sorularını geveleyerek geçiştirmiş, Melodi’yi yakmadığına inandığını söylemişti.
“Böyle bir şey nasıl olur anlamıyorum! Beni seni, doğmamış çocuğumuzu ve Melodi’yi öldürmekle nasıl suçlarlar, Arya! Hamile olduğunu bile bilmiyordum!”
“Ben de bilmiyordum, Dane. Melodi’nin odasında ağlıyordum, sonra birden kanamam oldu. Zaten sonrasını hatırlamıyorum. Doktor bir kesiğimin olduğunu söylüyor ama böyle bir şey hatırlamıyorum.”
“Senin çıkmanı ya da doktorun gelip açıklama yapmasını bekliyordum. Bir baktım polis geldi, adımı sorduğu gibi beni tutukladı. O an aklıma gelen tek şey geçmişte yaptıklarımdı, Arya. Beni eski bir Nazi olduğum için tutukluyorlar sandım. Avukatım gelene kadar da kimse bir şey söylemedi. Burada aklımı kaçırıyorum!”
“Merak etme, ben gerçeği biliyorum. Er ya da geç seni kurtaracağım.”
“Sen iyi misin?”
“İyiyim, Deniz de iyi. Biz birbirimize bakarız, aklın bizde kalmasın.”
Arya uzun zaman önce bu dünyada hayatta kalabilmek için çok iyi yalan söylemesi gerektiğini öğrenmişti. Tüm hayatı da bir yalan üstüne kuruluydu. Her ne kadar o yalan değilmiş gibi davransa da…
Mahkeme Dane’ni tutuklu yargılamaya karar verince, gururunu ayaklar altına alıp bir kez daha Haldun’u aradı. Ona olanları anlattığında beklediği tepkiyle karşılaşmıştı.
“Belki de doğrudur, Arya. Dane, Melodi’yi yakmıştır.”
“Aptal olma, Haldun! Karnımı da o yarmadı ya! Bence Efsun’un burada bir ajanı var. Başka türlü yanan cesetteki örnekleri açıklamak imkansız. Hem Melodi’yi de o ajanın götürdüğüne inanıyorum.”
“Bak, eğer gerçekten bir ajan dışarıdaysa, o zaman yüzlercesi de çıkabilir, öyle değil mi? Bu zamana kadar Ceramilia’dan kimseyle karşılaşmadık. Herkes içeride, ajan da olduğunu düşünmüyorum. Hem söylesene, o ajan nasıl çıktı dışarıya? Sonra Melodi’yi nasıl Ceramilia’ya soktu?”
“Bence biz kapıyı kapatmadan önce bir kişiyi atladık. Onu dışarda unuttuk ve bir şekilde Efsun’la bağlantı da kaldı.”
“Öyle bile olsa Ceramilia’ya giden tüm kapıları kapattık. Melodi’yi götüremez.”
“Oğlunu kurban ederek kendi şehrindeki kapıyı açmıştır.”
Haldun pes ederek iç çekti. “Peki, diyelim senin dediğin gibi oldu. Hala, tüm yaşadıklarından sonra Ceramilia’nın evindeki kapısını açıp gitmek istiyor musun?”
“Kızımı almamın tek yolu bu, sen de biliyorsun.”
“Öyleyse sana yolladığım kızı kurban et.”
“Ama o bir kız.”
“O bir büyücü. Sadece farkında değil. Adı Sibel. Ailesini araştırdım, annesi ya da babası büyücü değil. Büyücülük geni daha eskiden geliyor. Büyük büyük dedelerinin birinden almış ama o kadar sıradan ve sıkıcı bir hayatı var ki kendini keşfedememiş. Onun içindeki büyücüyü uyandır, eğit ve Ceramilia’ya sun. Böylece kapıyı açabilirsin.”
“Sen neden gelmiyorsun, birlikte hiç kurban vermeden açamaz mıyız?”
“Gelemem, Arya. Bunu biliyorsun, annemle yüzleşemem. Ceramilia’ya gidersen, annemle de yüzleşmek zorunda kalacağını biliyorsun, değil mi?”
Bu sefer iç çeken Arya’ydı. “İstediğim tek şey kızım. Gerisi umurumda değil.”
Bir süre sessizlik oldu.
“Eğer vazgeçersen diye Sibel’le size bilet göndereceğim. Ve gelmen için her gün dilek dileyeceğim. Dane’den ve bulamazsan Melodi’den vazgeçip tek ailene, bana geri dön, kardeşim.”
Arya sessiz kalınca Haldun konuşmaya devam etti.
“Sibel’in yanında eski bir Asker olacak, adam tam bir kayıp vaka. Onu her türlü büyünün etkisine alıp kullanabilirsin. Ayrıca işler ters giderse emniyette olmanı sağlayacaktır.”
Sanki Haldun onu görebiliyormuş gibi başını salladı. Konuşmayı daha fazla uzatmadan kapattılar. Evinin balkonundan karanlık gökyüzüne baktı ve kurbanı ona gelmeden önce güçlenmesi gerektiğini hatırladı. Kızını almak için her şeyi yapacaktı. Çünkü o bir anneydi.